Suriye Televizyonu’nun dün gece yayınladığı itirafında Terörist Nadir Hasan el-Kattan, Hama’da Aidin Kampı sakinlerinden olduğunu, inşaat işlerinde çalıştığını ve Hama’da olayların başlangıcında gösterilere katıldığını söyledi.
Cuma namazından sonra kent çapında olaylar geniş çaplı hale geldiğinde koordinasyon komitelerinin Hama’da olduğunu söyleyen el-Kattan, “halktan barikatlar kurarak, Hama dışından gelen herkesten kimlik sormamızı istediler. Çoğu zaman herkesi durduruyor, kent sakinlerinden ise, gitmesine izin veriliyordu. Hama sakinlerinden olup da, barikat kurmuş silahlıların varlığından dolayı kente girmeyen kişiler de vardı. Başlangıçta gruplar, bıçak, hançer ve Molotof kokteyli ile silahlanmıştı” dedi.
Terörist El-Kattan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Barikat kurmakla hedeflenen, kente hakim olmak, sivil bir isyan uygulamak ve güvenlik güçlerinin kentte olumlu rolünü üstlenmesine izin vermemek idi. Silahlı gruplar, aynı zamanda memurların görevlerine gitmesine de müsaade etmiyordu.. Silahlılar su ve elektrik faturalarının ödenmesini engelliyordu. Bu şekilde ülke ekonomisinin batacağını düşünüyorlardı.
Kentte durumlar daha vahim bir hal almaya başlamıştı. Kent dışından gelen araçlar, halk gıda ve besin maddeleri getirdikleri bahanesiyle giriyordu. Ama onlardan silah indirilerek kentin güney ve kuzeyindeki barikatlarla birlikte tali giriş olan “el-Dahiriye Kavşağı” barikatındakilere dağıtıldığını görüyordum. En büyük silahlandırma orada yapılıyor, oradan ahaliye dağıtılıyordu.
Evimden eşim ve çocuklarımla birlikte ayrılıp dönüyorken, Muhammet Nuveyr adlı şahıs beni birçok defa gördüğünden dolayı, dikkatini çekiyordum. Sakallı idim, görünüşüme dikkatle bakarak, beni yanına çekti. Yanına oturtarak bana kentte olanlarla ilgili görüşümü sorduğunda Cuma günkü gösterileri izliyordu. Ben de kendisine ‘diğer illerde olduğu gibi’ yanıtını verince bana, Hama’da gerçekleşenlerin diğer illerden farklı olduğunu söyledi. Nedenini sorduğumda, bana dikkatimi çekip çekmediğini sordu. O da, “ilde silah mevzusu var, dikkatini çekmedi mi?” dedi. Ben de, “Hem silahları hem de silahları getiren araçları gördüm. Buna şaşırdım. Peki bunlarla ne yapmak istiyorsunuz. Askerlere direnmek mi, yoksa başka bir şey mi var” diye sordum.
Bana: “Bu silahlar birçok nedenden dolayı var” dedi. Bana vaatlerde bulunarak, bazı konularda yardımcı olursam, bana Kamp bölgesi ve bulunduğu güvenlik güçleri bölgesini teslim edeceğini ve bazı silahlı gruplar oluşturursam listenin başında olacağımı söyledi.
Muhammet Nuveyr’in görevi, ailesi ile birlikte özellikle tali barikatta durmak idi. Ama burası ana damarı teşkil ediyordu. Çünkü el-Dahiriye bölgesine ve diğer kavşaklara, dolayısıyla kırsal yerleşim bölgelerine geçiş, buradan oluyordu. Silahlılar, bu bölgelerden birtakım silahlar getiriyor, para karşılığında satın alıyordu.. Mesela, pompalı tüfeğin Hama’daki fiyatı 20 bin lira iken, bir miktar kurşunla birlikte kırsaldan alındığında 17 bin liraya mal oluyordu.”
Bu bölgelere açılan El-Dahiriye kavşağının silahlılar tarafından güçlü şekilde kontrol altında olduğunu ve ele geçirdikleri merdivenli itfaiye aracını kavşağa koyarak, dilediklerine kente geçiş izni verdiklerini, dilediklerini de geçmekten alıkoyduklarını belirten el-Kattan, özellikle belirli beldelerden gelenleri kesinlikle kente sokmadıklarını, belli beldelerden olanlara da doğrudan geçiş izni verdiklerini kaydetti.
Nuveyr ile birçok kez toplantı düzenlediklerini kaydeden el-Kattan, bir defasında Nuveyr’in kendisine normal yaşamının ve nelerle uğraştığını, kaldığı evi kiraya mı aldığını yoksa kendisine ait olduğunu sorduğunu belirtti. Nuveyr’e bir ev satın aldığını ancak ücretinin sadece yarısını ödediğini, öteki yarısını borçlandığını; inşaat işlerinde çalıştığını ve bazı günler işsiz kaldığını söylediğini ifade eden el-Kattan, sözlerini şöyle sürdürdü: “O da bana onunla çalışarak bazı gençleri çekip, gösterici sayısını artırmam ve barikatlarda durmamız karşılığında bizlere para desteği sağlayabileceğini söyledi. Kendisine meblağı sordum. Bana, günlük olarak 5 bin lira vereceğini söyledi. Bunun karşılığında benim açımdan herhangi bir engel olmadığını ve benim gibi birinin içinde olduğu koşullar dahilinde paraya ihtiyacım olduğunu söyleyerek, kabul ettim. Gösterilerden birçok defa gördüğüm ve benden daha hevesli olan gençlere yönelerek konuyu anlattım, onlar da kabul etti.
Nuveyr’in yanına birçok kez gittik. Bir keresinde, birinde pompalı tüfek, diğerinde tabanca olan Samer el-Hebbazi ile kardeşi Alaa adlı gençlerle gittik. Bu manzarayı gördüğünde, ertesi gün tekrar gelmemi, bir konu hakkında konuşmak istediğini söyledi. Ertesi gün yanına gittim. Bana, “Sana bir şey diyeceğim. Şayet gençleri ikna edersen ve başarılı olursak, sana 150 bin lira vereceğim. El-Hader Karakoluna saldırmak istiyoruz” dedi. Kendisine “sadece biz mi?” diye sorunca bana ‘Hayır.
Başka gruplar saldıracak, bizler de onlara yardımcı olacağız. Onlar asıl gruplar’ dedi. Kimlerin gideceğini sorduğumda bana, Yahya el-Nebhan, Cemal el-Nebhan, Mahmut el-Şimali, Muhammet el-Şimali gibi isimlerle birlikte Kafura ailesinden birkaç kişinin ve Ebu Ali Huveydi lakaplı birinin ismini verdi. Kendisine bu şahısların işlerini ve kim olduklarını sordum. Bana, bazılarının önceden tutuklu olduğunu ve hapiste geçirdikleri günlerden sonra itibarlarını geri kazanmak istediklerini söyledi.
Arur ailesi mensupları kendileri için adı Arur Bakkaliyesi olan bir bakkalda merkez kurmuşlardı. Orası sözde sıradan bir bakkal dükkanı idi ama aslında bazı silahlılara dağıtmak üzere silah ve paranın saklandığı bir depo olarak kullanılıyordu…”
El-Kattan sözlerine şöyle devam etti… Nuveyr’e, ne zaman saldıracağımızı sordum. Bana yarın sabah saat altı ile yedi arasında saldıracağımızı ve silah sesi işittiğimizde doğrudan yanına gitmemizi, oradan hareket edeceğimizi söyledikten sonra, temin edebildiğimi getirmemi istedi. Ben de, gazoz şişelerine benzin doldurarak hazırladığımız Molotof kokteyli getirirken, bazı gençlerin elinde gaz tüpleri, kiminde de silahlar vardı.
Saldırı sadece el-Hader Karakoluna gerçekleşmeyecek, Hama’daki hatta dışarıda kalan istisnasız tüm karakollara saldıracaktık. Hama’daki Siyasi Güvenlik Müfrezesi ve Devlet Güvenlik Şubesi’ne saldırdık ama asıl hedef silahlara ulaşmaktı. Zira karakollarda silah vardı ve polislerden kurtularak silahlara el koyulabilirdik.
Hama iline baktığımızda karakolların kentte dağınık halde yayılmış olduğunu görürüz. Başını çektiğim grupla karakola doğru gittiğimde, orada daha kalabalık bir grubun olduğunu gördüm. Sadece benimle temsil olunan grup değil, ben ve altı şahıs, toplam sayısı yaklaşık 30 kişi ile birlikte… Karakoldaki polislere karşı çatışma başladı. Molotof kokteylini polislerin üzerine fırlatırken, başka bir grup da gaz tüplerini polislerin üzerine atıyordu. Bunlarla birlikte elimizdeki pompalı ve makineli tüfeklerle ateş ediyorduk ama karakol kapısını bir türlü aşamadık.
Silahlılar iş makineleri ofisi olan birinden yardım istedi. Bir buldozer gönderdi. Karakol kapısına kepçe ile saldırdı ama yine kapıyı aşamayınca, silahlılardan biri şöföre ateş ederek onu öldürdü. Bu esnada sadece silahlılar ateş ediyor, karakoldaki polisler karşılık vermiyordu.
Muhammet Naser adlı bir silahlı benzin dolu poşetlere sarılı, tekerlek lastiğine koyulmuş bir tüp gaz getirerek, karakolun hafif zedelenmiş duvarının dibine koydu. Tüpün üzerine ateş edilince patladı ve duvarda bir oyuk açıldı. Böylece silahlılar kimin karakol binasının içinde kimin de dışarıda olduğunu görebiliyordu. Ben ve bazı gruplar Molotofları içeri atmaya başladık ki, alev alsın. Duman yoğunlaştığında polisler içeriden silahlılara doğru ateş etmeye başladı. Polislerin cephanesi tükendiğinde, karakoldan çıkmaya başladılar.
Teslim olmak üzere çıkan ilk iki polis, Mahmut ve kardeşi Muhammet el-Şimali tarafından doğranarak, parçaları bir kenara toplandı ve bir hasırla örtüldü. Polisler art arda teslim oluyordu. O anda el-Şimali ailesinden biri öldürülünce, kardeşi intikam için üçüncü bir polisi öldürdükten sonra onu doğradı.
İki polis daha teslim oldu. Onlara Yahya el-Nebhan ve Kafura ailesinden biri hü***** etti. Bir polisi kafasından vurdular, ikincisini de midesinden.. silahlılar, çıkan her polisi bıçak veya hançerle öldürdükten sonra üzerine ateş ediyordu.
Oyuktan çıkan son polis, benim idaremdeki gruba doğru yöneldi. Onu fark ettiğimde yanımda duran Samer Hebbazi adlı şahıstan silahını alıp ateş ettim ve polis midesinden isabet aldı. Daha sonra grubumun üyeleri onu çekerek diğerlerinin üzerine koydular.
Karakolda mahsur kalanları kurtarmak için gelecek güvenlik güçlerinden korkumuz yoktu. Çünkü Hama’daki tüm karakolların kontrolü ele geçirilmişti. Hama dışından gelebilecek güvenlik güçlerinden de korkmuyorduk.. Çünkü barikatlarla ana ve tali yollar kontrol altına alınmıştı. Ayrıca Hama karakolları sivil polislerden de arındırılmıştı.
Bundan dolayı ne biz ne de diğer silahlı grupların içinde hiç korku yoktu. Çünkü diğer silahlı gruplar da karakolu kontrolleri altına aldıktan sonra hemen oradaki silahlara el koyuyordu…
El-Hader Karakolunu kontrolleri altına aldıktan sonra binanın içinde mahsur kalan diğer polisleri de öldürdüklerini söyleyen el-Kattan, sözlerine şöyle devam etti.
Bize Ebu Hıdır adlı bir şahsa ait eski bir pikap getirdiler. Bizleri izleyen bir grup ahalinin gözleri önünde cesetleri pikaba yükleyip Cisr el-Dahiriye adlı bölgeye götürdükten sonra, köprünün üzerinden cesetleri attık.
Suriye Televizyonu’nun pikaptan nehre atılan güvenlik güçlerine dair yayınladığı görüntüler, anlattığım olaya ait görüntülerdir. Cesetleri atanların arasında ben de vardım. Ben de bir ceset attım ve oradan giderek, üzerindeki kan lekelerini temizlemek için aracı yıkadık. Silahlılar karakoldaki diğer silahları da aldıktan sonra, kanı temizlemek için caddeyi yıkadılar.
Cesetleri parçalayarak hançer, bıçak ve kılıçlarla doğrama eyleminin, Hama’ya girecek güvenlik güçleri ve orduya “onların başına gelen sizlerin de gelir” mesajı verme amacı taşıdığını ifade eden el-Kattan, daha sonra Nuveyr adlı şahsın yanına gittiğinde vaat edilen hiçbir şeyi yerine getirmediğini ve bu gruplarının yalan üstüne yalan söylediklerini sözlerine ekledi.