Asabiyet – Kırk Hadis Şerhi – İmam Humeyni(ra)
ASABİYET – İmam Humeyni(ra)
“Sekûnî, Hz. Sadık’ın (as) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kimin kalbinde bir-hardal tanesi kadar olsun asabiyet (tarafgirlik, ırkçılık) varsa, Allah onu kıyamet günü cahiliyet Araplarıyla bir arada haşredecektir.”
ŞERH
“Hardal”a eski Farsça’da “espendân”, günümüz Farsça’sında ise “hardal” derler. Birçok özelliğe sahip bir ilaçtır ve muşamba üretiminde hammadde olarak kullanılır. “Asabî” ise zulümde yakınlarına ve akrabalarına yardımcı olan kimsedir. “Asaba”da baba tarafından akraba (soydaş) demektir. Onlar kendisini kapsar (içine alır) ve o, onlar sayesinde güçlenir. “Asabiyet” ve “taasub” ise himaye etmek ve savunmak (müdafaa etmek) demektir.
(1) Kafi, C. 2., Kitabul-İman ve’l-Küfr, Babu’l-Asabiye, h. 3.
Ben fakir derim ki: (Asabiyet), Batıni-nefsanî bir ahlaktır ki, eseri, yakınları, akrabaları ve kendisiyle ilintisi olanları müdafaa ve himaye etmektir. İster dinî taallukat olsun, ister mezhebi meslekî, vatanî, bölgesel ve benzerleri.. İş, üstatlık, öğrencilik ve benzerleri ilintiler… Ve bu, pek çok ahlakî ve amelî fesatlara kaynaklık eden bir ahlakî fesad ve rezil melekedir. İster hak adına yapılıyor olsun, ister dinî bir gerekçeyle, maksat hak olmadıktan ve şahsî, meslekî ve ilintisel üstünlük sağlamak hedeflendikten sonra, bu durum zatı gereği kınanacak, kötü bir durumdur. Ama hakkın izhar edilmesi, hakikate revaç kazandırılması, hak olan şeylerin isbatı ve bu amaçlarla himayeye yeltenilmesi ya “asabiyet” değildir, veya “kınanmış asabiyet” değildir.
Burada ölçü, hedef ve maksat, yani nefs ile şeytanın girişimi olması ya da Hak ve Rahman’ın girişimi olmasıdır. Başka bir ifadeyle insan, akraba veya yakınlarına gösterdiği asabiyet ve himayede ya hakkı ortaya koyup batılı defetmeyi hedefler ki bu tür asabiyet övgüye değer birşeydir, hak ile hakikati himaye etmek demektir ve insanın en iyi kemalidir, enbiya ve evliyanın ahlakıdır ve alameti, kim haklıysa velev yakınlarından ve akrabalarından olmasa ve hatta düşmanlardan biri bile olsa onu desteklemektir ve bunu yapan kişi, hakikati himaye eden, fazilet taraftarları zümresinde yer alan ve medine-i fazılayı koruyan biri sayılır. Toplumun salih bir elemanı ve cemiyet fesadlarının ıslah edicisidir, veya asabiyette bulunan insanı nefsiyet ve ırkçılık tahrik etmiş ve velev akrabası batıl ve haksız bile olsa ondan yana tavır takınır, haksız da olsalar akrabalarının yanında yer alır, onları her halükarda himaye eder ki böyle bir kişi iğrenç ve cahilî bir asabiyete sahiptir, toplumun fasid elemanlarındandır ve salih ahlakın müfsitlerindendir, cahiliye Arapları zümresi içinde yer alır ki onlar İslam’dan önce çölde yaşayan bir grup Arap idiler. O karanlık, cehalet ve bilinçsizlik çağında ve onlar bu iğrenç asabiyet ahlakına ve bu uygunsuz özelliğe tam anlamıyla sahiptiler. Ve hatta bütün Araplarda (ancak hidayet nuruyla muhtedî olanlar müstesna) bu huy diğer ırklara oranla daha fazladır. Nitekim Hz. Emir’den (Ali’den) nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Allah Teala altı taifeyi altı şeyden ötürü azablandıracaktır: Arapları asabiyetlerinden ötürü, çiftçileri büyüklük taslamalarından ötürü, yöneticileri zulümlerinden ötürü, fakihleri kıskançlıklarından ötürü, tüccarları ihanetlerinden ötürü ve köylüleri cehaletlerinden ötürü…”
Asabiyetin Fesatlarına Dair
İsmet ve paklık Ehl-i Beyt’inin hadislerinden anlaşılan odur ki, asabiyet huyu, insanı imandan çıkaran helak edici ve kötü akıbete uğratıcı bir durum ve şeytanî ahlaklardan biridir.
“Kim asabiyet ederse ve kime asabiyet edilirse (kendisinden yana haksız yere tavır alınırsa) onun boynundan iman bağı çözülür. (Yani, imandan çıkar, imansızlaşır.) Kendisine asabiyet edilen de (asabiyet edenin bu fiiline rıza gösterdiği için) bu cezaya ortaktır.” (Kafi, C. 2. Kitabu’l-lman ve’l-Küfr, Babu’l-Asabiyye, 2. hadis.) Nitekim başka bir hadiste de “Kim bir kavmin yaptığından hoşnut ise, onlardandır” buyrulmuştur. Ama eğer hoşnut değilse ve ahlaklarından rahatsızlık duyup nefret ediyorsa, böyle bir kimse bu hadisin kapsamı dışındadır.
Hz. Sadık (as) buyurdu ki: “Kim asabiyet ederse, Allah onun başına ateşten bir bela sarar.” (Kafi, C. 2. Kitabu’l-İman ve’l-Küfr, Babu’l-Asabiyya, 4. hadis.)
“Hz. Ali İbn el-Huseyn (aleyhiselam) buyurdu ki: “Hiçbir hamiyyet (koruyuculuk, himayecilik) cennete girmeyecektir. Hamza b. Abdulmuttalib’in hamiyetinden başka, ki o Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve alihi) olan hamiyyetinden ötürü müslüman olmuştu.” (Kafi, C. 2. Kitabu’l-İman ve’l-Küfr, Babu’l-Asabiyye, 5. hadis.)
Hz. Hamza’nın müslüman olma biçimi birkaç şekilde nakledilmiştir ki bunlardan söz etmek konumuzun maksadına uygun düşmemektedir. Bununla birlikte nur-i ilahiden ve Hak Teala’nın has kullarına ve özellikle de insanlık kesiminin muhlislerine bağışladığı gaybî ödüllerden olan imanın, hak ve hakikati ayaklar altına alıp doğruluk ve dürüstlüğü cehalet ve bilinçsizliğe çiğneten böyle bir huyla (asabiyetle) herhangi bir münasebetinin olamayacağı gayet açıktır.
Elbette ki bencillik, ve cahili yersiz asabiyet pası ile örtülen bir kalb aynasında iman nuru tecelli edemez ve Zülcelali Teala’nın has halvetgahı olamaz o kalb. İnsanın kalbi iman ve marifet nurunun tecelligâhı olur ve boynu iman habli metin’i (sağlam iman ipi) ile bağlı olursa böyle bir insan hakikatler ve marifetlerin rehinesi olur ve dinî prensiplere bağlı bir kimsedir, aklî esaslara dayanmaktadır ve akıl ile şer’in gösterdiği doğrultuda hareket etmekte ve onu hiçbir adet ve ahlak, yolundan saptıramamaktadır. İnsan o zaman iman ve İslam iddiasında bulunabilir ki, hakikatlere teslim olmuş; onlara boyun bükmüş, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar kendi maksatlarını velinimetinin maksatlarında fani kılmış ve kendini ve iradesini Hakiki Mevlasının iradesine feda etmiş olsun. Elbette ki böyle bir şahıs cahili asabiyetten uzak olacak, kalbi hakikatlere yönelik olacak ve karanlık cahiliyet ve asabiyet perdesi onun gözlerini kör edemeyecektir. Hakkı uygulayıp hakikati dile getirme konumunda bütün akraba ve yakınlık bağlarını ayaklar altına alacak, bütün yakınlarını ve geleneklerini velinimetin maksadı uğrunda kurban edecek ve eğer cahiliyet asabiyeti ile İslamiyet asabiyeti karşı karşıya gelirlerse o İslamiyet asabiyetini ve haktan yana olmayı tercih edecektir.
Hakikatlerin arifi insan bilir ki bütün asabiyetler, taallukat ve irtibatlar arızî ve yok olmaya mahkûm şeylerdir. Yaratıcı ile yaratılan arasındaki irtibat ile zati ve yok olması mümkün olmayan hakiki asabiyet ise bütün irtibatlardan daha sağlam ve bütün soy sop bağlarından daha yücedirler.
Resul-i Ekrem (sav) bir hadiste şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü benim soyum ve nesebim hariç, diğer bütün soy ve nesepler sona erip parçalanacaktır.” (Gevali el-Izalî, C. 1, s. 203. -Vesâil eş-Şîa, Kitabu’l-Nikâh, h. 5.)
O yüce insanın soy ve nesebinin ruhanî ve bakî olduğu ve bütün cahili asabiyetlerden uzak olduğu gayet açıktır. O ruhanî soy ve nesebin o âlemdeki zuhuru daha güçlü ve kemali daha yücedir. Oysa bu mülkî cismanî irtibatlar (ki beşer oluşun icab ettirdiği adetlerdir) en ufak bir sarsıntıda dağılır gider. İlahi melekutî nizam çerçevesi içinde bulunmadıkça ve şer’î ve aklî kurallar dâhilinde yer almadıkça bütün bağlar kopmaya ve ayrılığa mahkûmdurlar.
Asabiyetin Melekutî Suretine Dair
Geçen bazı hadislerin yorumunda her şeyin melekutî, berzahî ve kıyameti suret ölçülerinin, onların melekeleri ve güçleri olduğu ifade edildi. Ve o alem, beden mülkü kendisine isyan edemeyeceği nefs egemenliğinin ortaya çıkış diyarıdır. O âlemde insanın hayvan veya şeytan suretinde diriltilmesi mümkündür. Ve şu yorumlamaya çalıştığımız, “Kimin kalbinde bir hardal tanesi kadar olsun asabiyet (tarafgirlik, ırkçılık) varsa, Allah onu kıyamet günü cahiliyet Araplarıyla bir arada haşredecektir.” hadis-i şerifi de bu anlama işaret ediyor olabilir.
Bu rezil huya sahip insan, bu âlemden ayrıldığında kendini belki de ne Allah Teala’ya iman eden ve ne de risalet ve nübüvvete itikad besleyen ve onlar hangi durumda iseler kendisi de aynı durumda bulunan cahiliyet Araplarından biri şeklinde yaratılmış görecek ve dünyada hak bir itikad beslediğini ve peygamberlerin sonuncusunun (salallahu aleyhi ve alihi) ümmetine mensup olduğunu kendisi bile unutacaktır. Nitekim bir hadiste cehennem ehlinin Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve alihi) adını unutacakları, kendilerini tanıtmaktan aciz olacakları ve Hak Teala irade edip onları kurtarmadıkça bu durumun devam edeceği ifade edilmiştir. Ve bazı hadislerin belirttiğine göre bu huy şeytanın huylarından olduğu için de cahiliyet Arapları asabiyetine sahip kişiler belki de şeytan suretinde haşredileceklerdir.
“Melekler şeytanın kendilerinden olduğunu sanıyorlardı ama Allah’ın ilmine göre şeytan onlardan değildi. O (şeytan), nefsinde bulunan hamiyet (şeref, onur) ve asabiyeti (tarafgirlik ve üstünlük taslamayı) açığa vurdu; ve: “Beni ateşten yarattın, (oysa) Adem’i çamurdan..’ dedi.” (Kafî, C. 2. Kitabu’l-İman ve’l-Küfr, Babu’l-Asabiyye, 6. hadis.)
Şu halde ey aziz! Bil ki bu iğrenç şey (asabiyet) şeytandandır ve o melunun yanılgısı ve batıl kıyası bu kalın hicap yüzünden idi. Bu hicab bütün hakikatlerin üstünü örtüp görünmezleştirir, bütün rezaletleri güzellik olarak gösterir ve başkalarının bütün güzel yönlerini rezaletmiş gibi lanse eder. Ve her şeyi olduğundan farklı ve aykırı gören insanın sonunun nereye varacağı belli bir şeydir. Bu rezillik, insanın helakına yol açmasının yanı sıra, ayrıca daha pek çok nefsanî ve ahlakî ve amelî fesada da yol açmaktadır ki, bunların zikri konuyu uzatacaktır.
O halde bu fasit huydan kaynaklanan fesatları anlayan ve Resul-i Ekrem ile muazzam ehl-i beyt’inin (salavatullahi aleyhim ve ecmain) dosdoğru şehadetleri ile, bu fesatların insanı helaka sürüklediğini ve ateş ehli kıldığını öğrenen aklı başında insanın nefsini tedavi etmeye çalışması ve Allah göstermesin eğer kalbinde bu huydan bir hardal tanesi kadar eser varsa kendini ondan arıtması gerekir ki bu âlemden göç edip ahiret âlemine intikal ettiğinde pak bir halde bulunsun ve arınmış bir nefisle intikal etmiş olsun. İnsan bilmelidir ki vakit çok dar ve fırsat çok sınırlıdır, çünkü ne zaman öleceği belli değildir.
Ey, habis nefsim! Belki de sen şu yazıyla meşgul olduğun sırada ecel gelir ve seni bunca ahlaki rezillikle, dönüşü olmayan o âleme nakleder.
Ey aziz! Ey bu sayfaları okuyan kişi! Bu yazarın halinden ibret al ki şu anda toprağın altında ve başka bir âlemde kendi çirkin amel ve uygunsuz ahlakının pençesindedir ve fırsat eldeyken aziz ömrünü, o ilahi sermayeyi boş yere kaybedip heva ve hevesine tabi oldu. Kendine dikkat et ki bir gün benim başıma gelen senin başına da gelmesin ve o günün nasıl bir şey olduğunu tahmin bile edemezsin. Belki de şu satırları okuduğun sırada gelir çatar. Eğer hemen davranmazsan fırsat elden gidebilir.
Ey kardeşim! Bu hususu geciktirme ki geciktirmeye gelen bir şey değildir. Ne sağlam adamlar göçtü bu âlemden ki şimdi ne haldeler bilmiyoruz. O halde fırsatı elden kaçırma ve her anı ganimet say ki iş oldukça önemli ve yol oldukça tehlikelidir. Bir kez elin şu ahiretin tarlası olan alemden koptu mu artık iş işten geçmiş demektir ve nefsinin fesatlarını ıslah etmen artık mümkün olamaz. Elinde hasret şaşkınlık, azab ve rezillikten başka bir şey kalmaz. Allah’ın velileri bir an bile rahat edip bu korkunç ve tehlikeli yolu düşünmekten uzak kalmıyorlardı.
Masum İmam Ali b. Huseyn’in (aleyhime’s-selam) hali hayret vericidir, mutlak veli Emirül-Mü’minin’in (as) inlemeleri şaşkına çeviricidir. Bize ne olmuş ki bu kadar gafil davranıyoruz? Şeytandan başka kim bize garanti vermiştir ki yarına sağ çıkabileceğiz? O (şeytan) dost ve ashabının sayısını artırmaya ve bizi kendi zümresi ve bağlıları arasında kendi huyuyla haşrolmaya itmek istemektedir. O mel’un her zaman uhrevî durumları bize basitmiş gibi göstermeye çalışmakta ve bizi Allah’ın rahmeti ve şefaatçilerin şefaati vaadiyle Allah’ı anmaktan ve O’na itaat etmekten gafil kılmaktadır. Ama ne yazık ki bu umut boşa çıkacaktır ve o melunun tuzaklarından biridir bu. Allah’ın rahmeti şu anda seni kuşatmış bulunmaktadır. O’nu sıhhat, selamet, hayat, emniyet, hidayet, akıl ve fırsat rahmeti ve nefsin nasıl ıslah edileceğinin yöntemini gösterme rahmeti şu anda seni kuşatmış haldedir. Hak Teala’nın binlerce rahmetine gark olmuş durumunda ama onlardan yararlanmıyor ve şeytana itaat ediyorsun. Eğer bu rahmetlerden bu âlemde istifade etmezsen, bil ki o âlemde de onlardan hiçbir paya sahip olamazsın. Hakk’ın sonsuz rahmeti ve şefaatçilerin şefaatinden mahrum kalırsın. Şefaatçilerin şefaatinin bu alemdeki tecellisi, onların hidayet yolunu gösterip hidayete eriştirmesidir ve o alemde bu hidayetin batını da şefaat olacaktır. Eğer bu hidayetten payına düşeni almazsan, şefaatten de nasibini alamazsın, hidayetin ne orandaysa, şefaate erişmen de o oranda olacaktır. Resul-i Ekrem’in (sav) şefaati Mutlak Hakk’ın rahmeti gibidir. Gerekli yerde ondan yararlanmak icab etmektedir.
Eğer Allah göstermesin şeytan bu araçlarla imanını elinden kaparsa, artık rahmet ve şefaatin yok demektir. Evet, Hakk’ın rahmeti her iki dünyada da alabildiğinedir. Eğer rahmetin talibiysen, niçin öbür alemdeki rahmetin de tohumu olan bu dünyadaki bunca ilahi rahmetten nasibini almaya çalışmıyorsun? Allah’ın bunca peygamber ve velileri seni Allah’ın nimetine ve ilahi misafirhaneye davet ettikleri halde davetlerine icabet etmedin ve Vesvas-i Hannâs’ın (şeytanın) bir tek vesvese ve ilkasıyla hepsini bir yana ittin. Allah’ın kitabının muhkemlerini, enbiya ve evliyanın mütevatir hadislerini, akıllı kişilerin akıllarının icaplarını ve filozofların kesin delillerini tutup şeytanın ilkalarına ve nefsinin nevalarına feda ettin.
Eyvahlar olsun benim ve senin haline; bu gaflet, bu körlük bu sağırlık ve bu cehaletten ötürü!
İlim Ehlinin Asabiyetine Dair
Cahiliyet asabiyetlerinden (tarafgirliklerinden) biri de ilmî hususlarda inat etmek, kendisine, hocasına veya şeyhine ait görüşü, hakkı açıklamak ve batılı iptal etmek maksadının dışında savunup desteklemektir. Böyle bir asabiyetin sair asabiyetlerden daha çirkin ve iğrenç olduğu gayet açıktır. (Böyle olmasının) mutaassıb (asabiyetçi) açısından sebebi, ilim ehlinin insanoğlunun terbiyecisi olmaları gerekmesi, nübüvvet ve velayet ağacının dalları olmaları icab etmesi, bu durumun vahametini ve fasit ahlakın sonuçlarını bilmeleri ve Allah göstermesin, eğer kendileri cahiliyet asabiyetine sahip olur ve şeytanın rezil sıfatlarıyla sıfatlanmış olurlarsa kabahatlerinin daha keskin ve durumlarının sonucunun daha vahim olmasıdır. Kendini hidayet çırağı, insanlığın ışığı, saadetin kılavuzu ve ahiret yollarının göstericisi olarak tanıtan biri eğer, Allah göstermesin, kendi söylediklerine aykırı davranır ve batını zahirine muhalif olursa, böyle bir ikiyüzlülük (riya) ve nifak zümresinde yer alır ve ilminden suistifade eden, amelsiz bir alim sayılır ki, bunun cezası daha büyük ve azabı daha elimdir. Bunların durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir:
“Kendilerime Tevrat yükletilip de onun gereğini yerine getirmeyenlerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah ‘m ayetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Cum’a Suresi, 5.)
Şu halde ilim ehlinin bu makamları korumaları ve kendilerini bu fesatlardan tam anlamıyla arındırmaları çok daha gereklidir, ta ki hem kendileri ıslah olsunlar hem de toplumu ıslah etsinler, vaazları daha etkili olsun ve nasihatleri kalplerde yer etsin. Alimin fesadı, ümmetin fesadına sebep olur ve malumdur ki, başka fesatlara kaynaklık eden bir fesat ve başka günahların doğmasına yol açan bir günah, Veliyyu’n-Ni’am’ın (Allah’ın) katında cüz’î ve başkalarını etkilemeyen sair fesat ve günahlardan çok daha büyük ve tehlikelidir.
Bu huyun ilim ehlinde bulunmasının bir diğer iğrençlik ve kötülüğü de bizzat ilmin kendisinden ileri gelmektedir. Çünkü bu asabiyet, ilme hiyanet etmek ve ona karşı değer bilmezlik demektir. Bu emaneti (ilmi) üstlenen ve bu ödülle ödüllenen birinin onu saygınlığını muhafaza etmesi ve onu sahih ve salim bir şekilde iletmesi gerekir. Ve eğer taassub ve cahillik ederse ona hiyanet etmiş, zulüm ve eziyet etmiş demektir ki bu, çok büyük bir günahtır.
Diğer bir kötülüğü de muhatab açısındandır. Çünkü ilmi toplantılarda muhatab, ilim ehlidir.Bu ilahi ödülle donanmış kişilere saygısızlığın ise çok ağır bir sonucu ve cezası vardır. Çünkü yersiz asabiyetler kimi zaman insanın ilim ehlini horlayıp onlara hakaret etmesine yol açmaktadır. Bu büyük günahtan Allah Teala’ya sığınırım.
Bir diğer kötülüğü de “mutasseblar (kendisi uğrunda taassub gösterilen) açısındandır ki bu, insanın ya hocası veya şeyhidir ve elbette ki bu tutum ters tepecektir. Çünkü değerli şeyh ve hocalar (nazarallahu vücûhehum) hakkın yanında yer alanlara ilgi gösterir ve cahiliyyet asabetiyle hakkı gücendirip batılı güçlendirenlerden nefret edip kaçınırlar.
Şu halde ilim ehlinin (zadehumu’l-lahu şerefen ve azâmeten) kendilerini ahlakî ve amelî fesatlardan arındırmaları, güzel amellerle ve kerim bir ahlakla donanmaları ve kendilerini Allah Teala’nın onlara bahşettiği şereften uzaklaştırmamaları çok daha gerekli bir farzdır ki, bunun tersine olan bir durumun hüsranını Allah Teala’dan başkası bilemez. Vesselam.