Cihan-Şümul İslam İnkılâbı’nın Kuruluş Yıl Dönümü Üzerine
“EYYAMULLAH”ın önemli ve büyük günlerinden olan
“CİHAN-ŞÜMUL İSLAM INKILABI’NIN KURULUŞ YILDÖNÜMÜ ÜZERİNE…”
“Galip olacaklar, muhakkak ki Hizbullah olanlardır.” (Mâîde:56)
Bu yazı DAVET Dergisi’nin Şubat 1990 sayısının 30-43 sayfalarında yer alan yazıdan iktibas edilmiştir.
Adem Aleyhisselâm’dan başlayıp gelen ve Hazreti Muhammed Aleyhisselâtu Vesselam ile “Kemâl” noktasına ulaşan öz Nebevî-ilâhî İslâm Dini, tarihin değişik dönemlerinde ve muhtelif yerlerde insanlığı kurtarıcı İlâhî misyonunu icra etmiş, Esfelis-Safilin içerisinde bulunan cahilî toplumları a’lâ-yı illiyyîne (yüceler yücesine) çıkarmıştır.
Şeytanî güçlerin ve tağutların melunâne çabaları ve yoğun gayretleri sonunda zaman zaman “cihan-şümul” küllî etkisi, bilhassa ruhî, kalbî ve siyâsî noktada gizlenen, yani “Inkıiabî” misyonu görülmeyen Yüce İslam Dini, şu karanlık asrımızda “İran” denilen coğrafyayı; yeniden “zuhur, hûruc ve hareket merkezi” edinerek parlamış, tekrar tarihî ve İlâhî “Inkılabî” ve küllî misyonunu icra etmeye başlamıştır. Büyük Şeytan Amerikan emperyalizminin öncülüğü altında dünya yuvarlığını avucuna alan tağutî güçler hiç ummadıkları ve ihtimal vermedikleri bir zeminde ve zamanda “cihan-şümul İslâm İnkılabı’nın İlâhî kıyamı ve şahlanışı ile karşılaşmış, büyük bir korku ve panik içerisinde ne yapacaklarını şaşırıp kalmışlardır. Merhum İmam Humeyni’nin güçlü, dirayetli ve ehliyetli rehberliği altında gerçekleşen muhteşem İslâm İnkılâbı, sadece İran coğrafyasına çöreklenmiş tağutî egemenlikleri yıkmakla kalmamış; dünyanın her tarafında kol gezen tağutî ve müstekbir güçlerin zalim saltanatlarını ve sömürü düzenlerini temelden yıkmayı, en azından sarsmayı esas almıştır.
Asırlardan beri bir avuç kefere güçlere “Uşak” olmayı “Kaderin Gereği” sanarak, rezil ve zelil bir hayatı itiyâd haline getirmiş bulunan biçare insanlık, İslam İnkılâbı’nın İlâhî-Kur’anî bereketi sayesinde kendine gelmiş, yeniden İnsanî Şahsiyetini kazanma bilincine kavuşmuştur. Afyonlaştırılmış birkaç ülke halkları dışında kalan, günümüz dünyasına baktığımız zaman, insanlığın zalim ve müstekbir güçlere karşı baştan başa müthiş bir isyan, başkaldırı ve kapsamlı bir kıyam coşkusuyla şahlandığını görmekteyiz. Demir perde ülkelerinde, bilhassa Sovyet emperyalizminde çok hızlı bir biçimde gelişen olaylar, isyanlar, baş kaldırılar, bağımsızlık ve hürriyet çığlıkları, “İslâm İnkılabı’nın İlâhî bereketinin ne kadar şümullü ve etkili olduğunu göstermektedir.
Rusya Azerbaycan’ındaki son gelişmeler, Rus tanklarının toplu katliamlarına karşı Azerî Müslümanların kahramanca direnişleri, İmam Humeyni merhum’un resmini ve İslâm İnkılâbı şiarlarını ihtiva eden “Milyonluk” güç gösterileri ve kızıl Rus ordularına karşı “Hodri Meydan!” demeleri, tarifi mümkün olmayan, İslâm İnkılabı’nın İlâhî nimetlerindendir.
Afganistan’dan Hindistan’a, Lübnan’dan Filistin’e, Pakistan’dan Endonezya’ya, Orta Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’ya ve Amerika’ya kadar dünyanın her tarafında, ezilen-horlanan bütün halklar cıvır cıvır kaynaşmakta, kurulacak olan yeni bir dünyanın, yani “İslam Çağı” dünyasının müjdesini vermektedir. “Sünnetullah” gereği gelmekte olan bu İslâm Çağı’nı; müstekbir güçlerin toplu katliamları, çok başlıklı stratejik ve kıtalar arası füzeleri asla önleyemeyecek, dökülecek olan her damla kan, kurulacak olan İslam Çağı sarayının altından bir tuğlası olacaktır. Bu, dünde böyle olmuş, bugünde, yarında böyle olacaktır. İnşallah…
İşte, cihan-şümul İslam İnkılabı, bu kadar ve daha da şümullu ve bereketli kıyami hareketlere vesile olmuş, karanlık bir dünyada ve zalim düzenlerin boyunduruğu altında yaşamaya mahkum kılınmış Müslüman halkların ve tüm mustazafların “İmani heyecan, aşk, şehadet, kıyam, hürriyet ve hareket kaynağı” oma fonksiyonunu oynamıştır. Elbette bu ilahi-İslami inkılabın gerçekleşmesi de öyle kolay olmamıştır. Yüzbinlerce şehid, kayıp ve yaralı verilmek suretiyle çok uzun süren azimli ve kararlı bir mücadele sonucunda bölge tağutunu yıkan , beynel minel şeytani komploları bozan ve Muhammedi İslam’ın mutlak hakimiyetini kuran İslam İnkılabı , Allah-u Teala’nın mutlak yardımı ve lütfu sayesinde dirayetli müttaki bir rehberin ve şehadet aşığı kahraman bir halkın ortak gayreti ve direnmesi ile hedefe ulaşmış, dünya Müslümanlarının ve tüm mazlumların kurtuluş ümidi, ilham kaynağı, ilticagahu durumuna gelmiştir.
İSLAM İNKILABINA GİDİŞ HAREKETLERİNİN KISACA KRONOLOJİK TARİHİ SEYRİ
İran’a Kaçar’lardan sonra İngilizlerin yardımıyla hükmeden Pehlevi hanedanının ve Muhammed Rıza Pehlevi ve babası Rıza Han tağutlarının zulüm düzenlerinin gayri İslami yapısı ve despotluğu hepimizin malumudur. Zaman zaman bir çok ulemanın, bilhassa Müderrisi ve Ayetullah Burucerdi gibi… zevatın hakim olan uşak şahlık düzenine karşı yaptıkları sınırlı mücadeleler, yine -az da olsa- bilinmektedir. Zaten, İslâm İnkılabı’nın tarihî köklerini baştan başa serd etmek, başlı başlı geniş çaplı bir kitabı istilâb edeceği gibi, konumuzun da dışındadır. Biz burada, sadece İslâm İnkılabı’nın İmam Humeynî (Rıdvaanullahi Aleyh) ile başlayan tarihî seyrini ve tezahür çizgisini aktarmakla yetinip İslâmî hareket açısından ders alınacak hususları vurgulamaya çalışacağız:
* 1936 yılının ilk aylarında Rıza Han, tesettürü men’ etmiş; o zaman henüz 34 yaşlarında olan İmam Humeynî, büyük bir feveran içerisine girmiş: “… Kıyam, nefes almak içindir; (Rıza Han) iffetli Müslüman kadınların örtülerini kaldırdı. Şimdi de din ve (İslâmî) kanuna karşı olan bu olay ülkede uygulanıyor ama, hiç kimse karşı çıkıp konuşmuyor. Ahlaksızlığı yayma aracı olan gazeteler, şimdi de şerefsiz Rızâ Han’ın kuru kafasından çıkan planlan izleyip kitlelere yayıyorlar…’ şeklinde sert çıkışlarıyla, rezil düzene karşı isyanını taa, o zamanlar dile getirmiştir. Bu, Müslümanların taviz vermeden yaşamalarının gerekliliğini ortaya koyuyor.
* İmam Humeynî, 1941 yılında kaleme aldığı “Keşf’ül-Esrar” adlı kitabında, açıkça Rıza Han’ın gayet zalim, kâfir ve alçak bir şahsiyet olduğunu ve düzeninin necisliğini yazmış, Müslüman kamuoyunu pervasızca uyandırmıştır. Şahlık rejiminin Bakanlar Kurulu tarafından İslâm aleyhtarı bir uygulamaya geçmek istemesi üzerine; 7. 9. 1962 tarihinde zamanın Başbakanına bir telgraf göndererek olayı sert bir dil ile protesto eden İmam Humeyni, 27. 10. 1962 tarihinde de aynı merciye bir başka telgraf daha göndererek şöyle demiştir: “… Eskiye tapmayı mı diriltmek istiyorsunuz?.. Ülkeyi bilerek ve bir sebep olmaksızın tehlikeye sokmayın, İslâm Uleması sizin hakkınızdaki inançlarını gizlemeyecektir!”
22 Mart 1963 FEVZİYE OLAYİ
İmam-ı Cafer-i Sâdık’ın vefat yıldönümü dolayısıyla Fevziye medresesinin bahçesinde düzenlenen “anma” toplantısına iştirak etmiş bulunan kalabalık halk kitlelerinin üzerine saldıran tağutî Şâh’lık askerî güçleri, “Yaşasın Şah, Kahrolsun İslâm!..” diye bağırarak, Kur’an-ı Kerim nüshalarını ve dini kitapları yakıp yırtmış ve bu fecââtlerini engellemek isteyen pek çok mazlum Müslümanları şehit etmişlerdir. Bunun üzerine; Merhum İmam Humeynî, habis Şâh’a şu tarihî sözleriyle cevap veriyordu: “… Ben Kalbimi, sizin memurlarınızın süngüsüne takmışım, ama asla zulmünüzü kabul edip baskılarınıza boyun eğmeyeceğim!”; “…Sayın Şah, bu işlerden el çekmenizi tavsiye ediyorum…” “… Aksi halde vazifemiz ve vazifen ağırdır, yaşayamazsın! Bu Millet seni yaşatmaz!.. İkazlarımı duy ve bu işleri yapma!..”; ‘San Bahâî misin? Kâfir olduğunu söyleyeyim de, (seni) dışarı atsınlar!..’; Zavallı! Bütün şeyleri sana yüklediklerini bilmiyor musun? Şimdi seninle dost olanların hiçbiri, bir durum olunca seninle dost olmayacaktır. Şah ve İsrail arasındaki ilişki nedir ki, istihbarat teşkilatı Şah ve İsrail hakkında (aleyhinde) konuşmamamızı söylüyor. Bu ikisinin ilgisi nedir? (Yoksa) Şah İsrailli midir?”
5 Haziran 1963 (15 Hordat 1342) OLAYI:
İmam Humeynî Merhum ve çizgisindeki Hizbullahî ümmet, kalabalık halk kitlelerini yanlarına alarak, tağutî düzene karşı güçlü bir cephe oluşturunca ve İran’ın her tarafına bu hareketin, kuşatıcı dalgaları yayılınca kuduran habis Şah ve uşakları, Kum kentine, özellikle İslâmî medreseler çevrelerine karşı gayet gaddarca bir katliâma girişmiş; 5 Haziran (15 Hordat) Günü, 15 bin kişilik büyük bir Müslüman kitleyi şehit etmiştir. İmam Humeynî yi de tutuklatan Şah M. Rıza Pehlevî, İmam’ın emsalsiz celâdeti, azameti ve halkın da büyük direnci ve gösterileri karşısında, imamı tahliye etmek zorunda kalmış; İmam Humeynî’nin kahramanca mücadelesini sürdürmesi ve yeniden halkı harekete geçirici mesajlar yayınlaması üzerine, İmam Humeynî, tağutî rejim tarafından 4 Kasım 1964 tarihinde Türkiye’ye sürgün edilmiştir.
İşte; bu tarihe kadar geçen olaylar ve imam’ın sürgün (hicret) olayı, İslâm İnkılabı’nın çekirdeğini ve İslâm Devleti’nin kuruluşunun ilk adımını oluşturmuş ve istikbâlin zafer kapılarını açmıştır.
Türkiye’nin Bursa ilinde, bir yıldan daha az bir süre kalan İmam Humeynî, 14 yıl boyunca ikamet edeceği, ilmî, fikrî ve siyâsî sohbetler düzenleyip mesajlar yayınlayacağı Irak’ın Necef şehrine gitmiş, oradan, İran’daki kıyâmî ve inkılâbı hareketleri yönlendirmiştir. Şah ile Irak rejiminin işbirliği sonucu, Irak’ı terk etmeye zorlanan İmam Humeynî, Kuveyt ve benzeri halkı müslüman olan ülkelere gitmek istemiş, ancak onların reddetmesi üzerine 3. 10. 1978 tarihinde Fransa’ya gitmek mecburiyetinde kalmış; bundan böyle, artık Fransa’dan, İran’daki İslâm İnkılabı’na gidiş hareketini yönlendirmeyi sürdürmüştür.
1978-1979 YILI OLAYLARI
7 Ocak. 1978’de, İran Başkentinde yayınlanan ‘ “Ittılaat” gazetesi, İmam Humeynî aleyhinde yalan ve iftira dolu bir makale yayınlamış, bu hezeyan dolu makale, imamlarına sadakatle bağlı olan ve “Ey İmam! Biz Küfe ehlİ değiliz!” taahhüdünü şiar edinen ve buna hayatları boyunca bağlı oldukları isbatlayan kahraman İran Halkı’nın büyük çaplı protestolarına ve kanlı yürüyüşlerine sebep olmuştur. 8 Ocak tarihi, bu tür büyük yürüyüşlere sahne olurken, 9 Ocak tarihi de Kum’da İslâm alimlerinin öncülüğünde büyük ve kanlı gösterilerin, çok acı ve heyecanlı tablosunu yaşamıştır… * 7 Şubat 1978’de Tahran’da 2000 civarında tekel işçisi, ınkılâbî maksatla grev’e başlamış; 15 Şubat’da da Amul şehrinde yüzlerce öğrenci, Şâh rejimi aleyhine gösteri düzenlemiş ve sloganlar atarak yürüyüş yapmıştır. Böylece; dünyanın sair bölgelerinde yaşayan gerçek ınkılâbî müslümanlara bil- fiil önemli mesajlar verilmiştir: Sadece, 2000 tekel işçisi., ve bin’i bile bulmayan Öğrenci!.. İşte, bu ve benzeri vakıalar, İslâmî Hareket noktasında; halkın her kesimi ile bağlantılı olmanın ve ilk hareketlerde sayının azlığını nazar-ı itibara almamanın gerekliliğini göstermektedir… * 18 Şubat 1978 de, Kum kentinde 9 Ocak katliamında şehit edilenlerin “Erbainlerini (40. günlerini) “anmak” maksadıyla büyük “yas” merasimleri düzenlenmiş, kentin bütün işyerleri kapatılarak “camilerde” toplanılmış ve ınkılâbî hatipler, halkı coşturucu konuşmalar yapmıştır. 19 Şubat günü, yine 40. günü “anma” merasimleri vesilesiyle Tebriz’de 12 bin kişilik bir yürüyüş yapılmış, Kum şehidlerinin intikamlarının alınacağı sloganları atılarak, Savak binası başta olarak, birçok fesat yerleri yakılmıştır. Şah’ın kudurmuş askerlerinin yürüyüşçülerin üzerine yaylım ateşi açmaları üzerine de yüzlerce müslüman can vermiş ve niceleri de yaralanmıştır. Aynı gün, Tahran, Meşhed, Kum, İsfehan, Şirâz, Kirman ve Ahvaz gibi şehirlerde de Kum şehidlerinin 40. gününü “anma” maksadıyla geniş kapsamlı toplantılar yapılarak, camiler bu hususta bir üs ve merkez hâline getirilmiştir. Ki; burada, yine, gerçekten Inkılâbî müslümanların ders ve ibret alacakları hususlar vardır: “Camilerin” önemi; ve çevremizde temcid pilâvı gibi tekrarlanan “Bid’at-Hurafa” furyasının ne kadar kof olduğu ve ölülerin 40. gününü anma gibi., basit ve gereksiz sanılan bir örfün, ne kadar önemli ve ınkılâbî hedefler doğrultusunda “Vesile” olarak istimâl edilebildiği, hususudur. Ki bunlar, sadece iki örnektir…
* 3 Mart 1978’de, rezil Şah, İngiliz BBC muhabiriyle yaptığı bir mülakatta, Kum ve Tebriz’deki isyanları, komünistlerle gericilerin “ortaklaşa” düzenlediklerini söyledi ve 18 Mayıs’da da, benzer bir konuşma yaparak bunların “İran’ı bölmek isteyen hainler” olduğunu tekrarladı. Bu da, dünya Hizbullahî müslümanlara, “Bütün tağutî düzenlerin, aynı tür veya benzer ifadelere, yollara, iddia ve ithamlara başvurabilecekleri” mesajını vermektedir, imam Humeyni Merhum, 5 Mayıs 1978’de “Le Monde” muhabiriyle yaptığı bir konuşmada “Komünistlerle işbirliği yapmayacağız!” diyerek, bir kısım halk kitlelerinde uyanması muhtemel her türlü şeytanî vesveseleri ve evhamı, zamanında yok etmiştir.
* 20 Mart 1978’de ingiltere Savunma Bakanı İran’a giderek, Şah’a her türlü silah, zırhlı araç ve malzeme vermek üzere anlaşma yapmış; 17 Nisan’da da “Şah rejimini destekleyeceğiz; Zira Şah devrilirse, İngiltere’nin menfaatleri tehlikeye düşecektir…” demiş, 19 Mayıs’da da İngiltere Başbakanı Jims Kalahan buna yakın bir ifadeler kullanmıştır. Bu da, dünyanın neresinde olursa olsun, ciddî ve gerçek İslâmî Hareketlere karşı emperyalist güçlerin nasıl muamele yapacağını, kendi çıkarları için dünyanın kan denizine dönmesinden haz ve lezzet duyacaklarını göstermektedir.
5 Nisan 1978’de, Tebriz kendinde 19 Şubat Günü şehid edilen müslümanların 40. gününü “Anmak” maksadıyla, İran’ın pek çok şehirlerinde “Erbain” merasimleri düzenlenmiş, bu günler “Tağutî düzenin yıkılması” ve İslâm İnkılabına gidiş yollarının açılması için “Vesile” olarak ittihaz edilmiştir… 20 Nisan’da, Tahran’da yürüyüş yapmak isteyen halk, rejim polisi tarafından dağıtılmıştır… Bu da, kararlı hareketlerin yıkılmayacağını; bazı kereler aksamalar, aksaklıklar, ilk çıkışlar, dağıtılabilinecek kadar zayıf olsa bile, er-geç hedefini bulacağını (“Bizler zayıfız, tağutî düzenler güçlüdür!” psikozu içerisinde bulunan) müslümanlara göstermekte ve ibretli bir ders vermektedir… Ve; Nisan ayı içerisinde, ülkenin her tarafında muhtelif çaplı hareketler-yürüyüşler ve nümayişler devam edip gitmiştir.
15 Mayıs 1978’de, iran’da “Genel Grev” e gidildi, ülke baştan başa hali ve ölü bir görünüme büründü. Bu olay da, “İslâmî Hareketlerin” ancak “halka mal olması ile” hedefine varacağını, halkın desteğini kaybetmiş hareketlerin sönmeğe mahkûm olacağını göstermektedir
5 Haziran 1978’de, 1963 yılının ünlü “15 Hordat” Kıyamı’nın 15. yıldönümü dolayısıyla İran’ın her tarafında yaygın şekilde “anma” merasimleri düzenlendi; genel grev dahil, çok yönlü eylemler ve kanlı yürüyüşler yapıldı. Bu olay da, “Eyyamullah” niteliğine sahip, önemli günlerin “yıldönümünü” anma, hatırlama ve onlardan esinlenme unsurunun ve bu doğrultudaki “Kur’an Öğretisinin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermekte; bunun İslâmî Hareketin canlılığını, tazeliğini koruyan ve sürekliliğini sağlayan önemli “Vesilelerden, belki de manevî âmillerden biri oiduğunu isbat etmektedir.
* 22 Temmuz 1978’de, Tahran’ın merkezî bir mevkiinde olup, tebliğ merkezi niteliğinde olan “Mehdiye” camiinde toplanan kalabalık halk; Inkılâbî alimlerin yaptıkları müessir ve muhteşem konuşmalar üzerine, caddelere dağılarak, sel gibi akan kalabalıklar halinde büyük gösterilen-yürüyüşler ve gösteriler düzenlemiş, kan’a susamış rezil Şah tarafından ateşle mukabele edilerek, pek çok müslüman şehid edilmiştir. 23 Temmuz’da da, Tahran’ın fakir ve mustaz’af bölgesi olan Güney Tahran’da, çok büyük gösteriler olmuş, böylece mustaz’af halkların, İslâmî Hareketlerin güçlü tabanı ve temeli olduğu bilfiil anlaşılmıştır… 25 Temmuz’da, yine Tahran’da bir camide yapılan heyecanlı bir va’z sonucu, halkdan 3 bini aşkın kişi caddelere dökülerek yürüyüş yapmış, hareketin sürekliliğini sağlamıştır. Bütün bunlar, hareketlerin küçük sayılar halinde başlayıp yavaş yavaş büyüdüğünü, bilhassa “katliamlardan” sonra,
daha da güçlendiğini göstermekte, bu hususta ınkılâbî müslümanlara dersler ve mesajlar vermektedir.
2 Ağustos 1978’de, İsfehan, Şirâz, Hürremâbâd ve Abadan gibi muhtelif şehirlerde büyük çaplı gösterilen oldu, caddeler-meydanlar ve sahneler Inkılâbî Hareketin “meşheri” haline geldi.
4 Ağustos 1978’de, emperyalistlerin sadık uşağı olan Şah, efendilerinden aldığı direktiflere uyarak, halk kitlelerinin, ınkılâbî harekete katılımını önlemek, hiç değilse azaltmak ve hareketin heyecanını söndürmek amacıyla “demokrasiye geçiş” teklif ve planlarını açıklayarak kitleleri uyutmaya çalıştı. Ve; Savak’ın yetkilerini kısıtlayıcı ve halka geniş haklar(?) ve hürriyetler (?) sağlayıcı bir sürü ta’vizler vereceği izlenimini uyandırdı. Fakat; Allah’ın sonsuz yardımı ve İman Humeynî gibi dirayet, imanî, feraset ve basirel sahibi tavizsiz-uzlaşmasız bir Rehberin varlığı sayesinde bütün bu emperyalist oyunlar neticesiz kaldı… Bu husus, tüm dünya müslümanlarına; “bütün tağutî düzenlerin “sıkıştıkları” zaman bu tür esaret “zincirlerini” gevşetme taktikleri kullanabileceklerini, çoğu kez kullandıklarını ve taviz gibi görünen uygulamalarla tağutî düzenlerini yıkılmaktan kurtarmaya çalışmakta olduklarını ve devamını bu yollarla sağladıklarını..” dersini vermektedir…
* 7 Ağustos 1978’de, birçok İran kentlerinde büyük çaplı yürüyüşler oldu. 14 Ağustos’da
isfehan’da, 15 Ağustos’da da daha başka kentlerde sıkıyönetim ilan edildi. 16 Ağustos’da, sıkıyönetime karşı koyan İsfehan ve Şirâz halkından yüzlercesi şehid edildi. 19 Ağustos’da, Tahran ve isfehan’da yüzbinlerce insan büyük çaplı yürüyüşler yaptı; böylece islâmî Hareket topyekün İran halkına mal olma aşamasına geldi ve çok geniş bir taban ve şümullü’lük kazanmış oldu… 23 Ağustos’da, Şâh’ın düzenlediği bir komplo ile Abadan kentinde bir sinemada, gaddarca çıkarılan yangınla 700’den fazla insan diri diri yakıldı. 24 Ağustos’da, Abadan başta olarak bütün İran halkı mateme büründü. Bunun üzerine de 25 Ağustos’da Huzistan’ın bütün bölgelerinde Şâh yönetiminin aleyhine büyük halk gösterileri yapıldı; tağutî rejim ne yapacağını şaşırıp kaldı…
* 8 Eylül 1978’de, ülkenin 13 kentinde daha, sıkıyönetim ilan edildi; fakat “şehid-perver” iran halkı bu tağutî kararı çiğneyerek meydanları doldurdu… . Bunun üzerine Tahran’ın “Şühedâ” meydanında Şâh’ın uşakları tarafından havadan ve karadan kalabalık halk yığınları kurşun yağmuruna tutularak 3 bin kişiden fazlası şehid edildi. Ki; İslâm İnkılabı tarihine bugün, “Kara Cum’a” diye geçmiştir.
* 3 Ekim 1978’de, İmam Humeynî, Şâh ile Saddam’ın işbirliği neticesinde Irak’dan sınırdışı edilmiş, halkları müslüman olan ülkelerin, kendisini kabul etmemesi ülkelerine giriş izni vermemesi üzerine Fransa’ya gitmek zorunda kalmış, böylece; islâm Inkılabı’na gidiş hareketi yeni bir hız ve canlılık kazanmıştır… 21 ve 22 Ekim’de Petrol Sanayii işçileri ve PTT memurları genel greve girerek yönetim felce uğratılmıştır. Yine; 22 Ekim’de, Kum kentinin uleması, hapisde olan Muntazırî ile Taleganînin serbest bırakılması çağrısını yapmış, böylece ülke çapında büyük bir çaba içerisine girdiği görülmüştür.
* 23 Ekim’de, tağutî rejim, üniversitelere siyâsî hürriyet tanıyarak, üniversite gençliğinin, islâmî harekette rol almalarını önleme taktiğine başvurmuştur. Zaten, tüm tağutî düzenlerin politikası da budur!.. 24 Ekim’de 4 bin’den fazla ilkokul ve lise öğrencisi, üniversite öğrencileriyle birlikte Tahran Üniversite’sinin bahçesinde namaz kılarak, ortak gösteriler yapmışlardır… Bununla, Inkılâb Rehberi’nin ve takipçilerinin eni ve eşsiz bir hareket stratejisi geliştirmiş oldukları, halkın daha geniş şekilde harekete katılımını sağlayıcı ve askerî birliklerin canavarca katliamlarını önleyici, hiç değilse asgari düzeye indirici ve katı kalplerini
yumuşatıcı bir yol izlemiş oldukları anlaşılmakta, hareket süresince bunun çok büyük olumlu sonuçları da alınmış olmaktadır. Ki; bütün bunlar, ders ve örnek alınacak, İslâmî Hareketin yöntemlerindendir… Aynı gün, halkın sürekli ve azimli baskısı üzerine, rejim tarafından binden fazla siyasi tutuklu serbest bırakılmış, böylece düzen, bu hususta dize getirilmiştir. 25 Ekim’de, Cehrum kentinin sıkıyönetim komutanına ve polis şefine “öldürme” operasyonu düzenlenmiş; 26 Ekim’de de rejimin yaptığı “Uzlaşma” teklifi, İmam Humeynî tarafından kesin bir dil ile reddedilmiştir… 27 ve 29 Ekim günlerinde ülke çapında “Ortak Dayanışma” yürüyüşleri ve gösterileri yapıldı; 30 Ekim’de İmam Humeynî “Altı” maddelik bir mesaj yayınlayarak, tağutî rejim tamamen yıkılıncaya kadar mücadelenin (ara verilmeden) sürdürülmesini istedi… 31 Ekim’de, halkın şiddetli baskısı üzerine, Muntazırî ile Talegânî hapishaneden çıkarılarak serbest bırakıldı.
Kasım-Aralık 1978 tarihleri boyunca, İran’ın her tarafında çeşitli yürüyüşler, katliamlar ve karşılıklı çatışmalar devam etti. Ve; İslâmî Hareket şiddetini gittikçe arttırarak, hedefe doğru yaklaşmaya devam etti…
İSLAMİ HAREKET, HEDEFE DOĞRU HIZLA İLERLİYOR.
6 Ocak 1979’da İmam Humeynî, halkın aydınlatılması ve düzenin iç yüzünün halka açıklanması için, grev durumunu sürdüren basın-yayın mensuplarının işbaşı yapmasını istemiştir. 8 Ocak 1979’da, geçen sene 8 Ocak’daki “Kum” kıyamının 1. yıldönümünü “Anmak” maksadıyla İmam Humeynî tarafından tüm İran’da “Genel Yas” ilan edilmiş, böylece bu tür vesilelerin Inkılâbî hareketler için ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Amerika’nın emriyle iki gün önce Şahpur Bahtiyar’ın Başbakan tayin edilmesini müteakip, eski askerî Başbakan, kan içici General Ezharî 8 Ocak’da İran’dan kaçmış; aynı gün, halk celladı olan Tahran Sıkıyönetim komutanı da, emekliye ayrılma talebinde bulunmuştur. Aynı gün, imam Humeynî, bahtiyar hükümetinin “Gasıp” olduğunu ilan etti. 9 Ocak’da, Orgeneral Cem, Savaş Başkanlığı’ndan istifa etti.
13 Şubat 1979’da, toplanan 150 bin kişilik müslüman -kalabalık, Şah tarafından kapatılmış bulunan Tahran Üniversitesi’ni öğretime açılmasını sağlayarak güçlü bir hareket merkezi haline getirmişlerdir. Aynı gün, İmam Humeynî tarafından ilk “İslâm İnkılabı Şurası” kurulmuş; hareketin yönlendirilmesi ve merkezî bir şekilde organize edilmesi için görevlendirilmiştir…
14 Ocak’da, İmam Humeynî bir bildiri yayınlayarak, Şâh’ın iran’dan kaçması halinde, halkın yeni komplolara karşı çok uyanık bulunma larını ve tüm komploları etkisiz hale getirmeleri için daima sahnede bulunmalarını istemiştir… imam’ın, sadece “Elit” tabakayı ikaz etmekle yetinmeyip, doğrudan doğruya halka yönelmesi ve her konuyu açıkça halka ifade etmesi, güven ve etki yönünden emsalsiz olumlu sonuçlar doğurmuş; gerek hareketin, gerekse ınkılab’ın sürekliliğini ve halkın, inkılâbı gönüllü olarak (hem de ölüm pahasına) sahiplenmesini sağlamıştır…
ÜLKEYİ KAN GÖLÜ’NE ÇEVİREN CANİ ŞAH KAÇIYOR
16 Ocak 1979’da, Amerikan emperyalizminin bölge uşağı ve bekçisi olan cani ve katil Şah, İslâm Inkılabı’nın, tağutî sarayına doğru ilerleyen yok edici muhteşem dalgaları karşısında, kaçmaktan başka bir çare bulamamış, Amerika’dan aldığı müsaade ile İran’dan kaçarak, efendisi olan Amerikan emperyalizminin kucağına sığınmıştır. Fakat; bir müddet sonra, Amerika, bu köhnemiş ve artık işe yaramaz duruma gelmiş olan bu uşağına sahip çıkmayacak; bir zamanların -haşa-ulûhiyet taslayan Firavun taslağı olan Şah, başını koyacak bir ülke bulamayacak, derbeder olarak ortalarda sürünecektir, Şah’ın alçakça firarı üzerine, caddelere dökülen kahraman İran halkı, zafere gidişin büyük sevinciyle şenlik gösterileri yapmış, bütün İran büyük bir bayram havasına bürünmüştür.
■ ALLAHU EKBER!”; BÜYÜK OLAN ANCAK ALLAH’DIR! EN BÜYÜK, TEK BÜYÜK ALLAH’DIR!.
Evet;
Aynı gün, habis Şah’ın kaçış haberini duyan, islâm Inkılabı’nın kahraman ve mücahid rehberi İmam Humeyni, sadece bu ulvî kelâmı, en büyük silah ve yegane güç kaynağı olan “tekbir” lafzını terennüm etmiş; yalnızca “Allahu Ekber!..” demiştir… Ki, her şeyin anlamı, zaten bu ulvî, bu nurânî kelimede mündemiçtir.
Şah’ın kaçışı üzerine, asla heyecana kapılmayan ve hissiyatına mağlub olmayan İslâm ınkilabı Rehberi, derhal “yön verici” bir bildiri yayınlayarak;
a) Saltanat Şûrâsı’nın ve meclis üyelerinin istifa etmelerini,
b) Gerek şimdiki durumda, gerekse inkılabın hedefe varması halinde, müslüman halkın mağdur olmamaları için, çiftçilerin arazilerini daha fazla ekmelerini ve boş arazî bırakmamalarını (Zira, ileride Amerika’nın ve. tüm küfür düyasının meşhur “ambargo” uygulamalarının da yakın olduğunu, bunun vaki imiş gibi gözönüne alınarak .ihsâsen- bilinmesini),
c) Amerikan güçleri ve uşakları tarafından, Amerikan silahlarının dışarı çıkarılmasının önlenmesini,
d) İslâmî bankaların çiftçilere yardım etmelerini,
e) Yaklaşmakta olan Hazret-i Hüseyin’in “Şehadetinin yıldönümünün” 40. gününde, halkın büyük anma gösterileri yapmalarını, istemiştir…
17 Ocak 1979’da, bütün şehirlerde Şah’ın ve babasının heykelleri alaşağı edilerek yıkıldı. Aynı gün, Ahvaz kentinde askerî güçler tarafından yüzlerce sivil halk katliâm edildi; israil radyosu da, Şah’ın İran’dan kaçışını “Doğu ve Batı Cephesi yenilgiye uğradı” yorumuyla duyurdu… 18 Ocak’da, imam Humeynî, “Şah’ın kaçması; İran halkının zafere ulaşmasının, şehadet, hürriyet ve istiklale kavuşmasının başlangıç noktasıdır!” dedi…
19 Ocak 1979’da imam-ı Hüseyin’in Şehadeti’nin Yıldönümü’nün 40. Günü’nü “anma” dolayısıyla, iran’ın her kentinde muhteşem merasimler düzenlenip, yürüyüşler yapıldı. Yalnız Tahran’daki yürüyüşe 3 milyondan fazla insan katıldı; yürüyüş sonrası yayınlanan bildiride; Şehinşâhlık düzeninin azledildiği, islâm Cumhuriyetinin onaylandığı ve İmam Humeynînin Rehberliği altında kurulmuş bulunan “İslâm İnkılâbı Şûrâsı’nın yönlendiriciliğinin , kabullendiği, bildirilmiştir.
* 21 Ocak’da, Hemedan ve Dezful Hava Üssü askerlerinin Şahlığa isyanını bastırmak için,rejimin kuklası askerler tarafından hava üssü kuşatılmış; imam Humeynî, iran halkjna gönderdiği mesajda, “Zorlukları birlikte göğüslemek üzere yakında İran’a gelip kendilerine katılacağını” müjdelemiş, kahraman iran halkı, imamlarına kavuşacaklarından dolayı bayram havası yaşamıştır. Ve; 22 Ocak’da, imam Humeynîyi karşılamak için yapılan toplantılarda, gerekli hazırlıklar yapıldı. Ve; 23 Ocak’da da “imamı Karşılama Komitesi” kuruldu, iran Hava Yollarında çalışan memurların tamamı da, imamın Tahran hava alanına inebilmesini sağlamak maksadıyla, toptan işlerini terk ettiler. 24 Ocak’da, imam Humeynînin, iran’a gelmesini önlemek için, Tahran (Mihrabad) Hava alanı, Şah’ın silahlı kuvvetleri tarafından işgal edildi. Bunu haber alan halk yığınları, milyonluk kalabalıklar halinde hava alanına doğru akmaya başladı. Aynı gün, Hava kuvvetlerinden birçok subay ve astsubay İmam Humeyniye bağlılık yürüyüşü yaptılar. Ve; Paris’teki Müslüman öğrenciler, iran’ın Paris’deki konsolosluğunu kontrolleri altına aldılar.
26 Ocak’da imam Humeynî, iran’a gitme kararını verdi, fakat uşak rejim, hava alanını kapalı tuttuğundan dolayı, imam’ın geliş tarihi te’hir edildi.
27 Ocak’da, Hazret-i Peygamber Efendimizin (SAV) “Vefatının Yıldönnümü” dolayısıyla, Tahran başta olarak İran’ın bütün kentlerinde “anma” merasimleri ve çok büyük gösteriler düzenlendi ve on milyonlar tarafından, “İmam Humeyni’nin İran’a gelmesi engellendiği takdirde, rejime- karşı bil- fiil silah kullanılacağı” uyarısında bulunuldu. Buna rağmen inatla direnen uşak Bahtiyar hükümeti, tam bir çıkmazın içerisine girdi… imamın gelişi caddelerde-meydanlarda milyonluk kitleler halinde bekleye halka hitabe yaptığı konuşmada, Ayetullah Mahmud Taleganî, şöyle diyordu: “Zafer Güneşi doğmak üzeredir. Ve halk, büyük önderlerinin İran’a dönmesini sabırsızlıkla beklemektedir. Bu tarih lahzaları ve günleri, mücahid ve şerefli halkımıza layık bir haşmet ve azametle geçirmeliyiz.”
* 28 Ocak’da halk, rejim askerleri tarafından işgal edilmiş bulunan Tahran hava alanını kuşattı; çıkan çatışmada sayısız kayıplar verildi. Tahran’ın mübariz uleması da, İmam’ın iran’a dönmesini engelleyen uşak düzeni protesto eylemine başladı, bundan dolayı da 29 Ocak’da, Bahtiyar denen uşak, hava alanının açıldığını bildirmek zorunda kaldı…
15 YILLIK BİR HİCRET-SÜRGÜN HAYATINDAN SONRA İMAM HUMEYNİ MUZAFFER OLARAK ‘İRANA DÖNÜYOR
* 1 Şubat 1979 tarihi, islâm İnkılabı Tarihi’nde çok önemli ve bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Tam 33 kilometrelik muhteşem bir kalabalık oluşturan kahrama ve şehid-perver İran halkı, çok uzun ve çok çetin bir mücadeleden sonra, nihayet, gözleri sevinç yaşlarıyla dolu bir şekilde 15 yıldır kalben ve ruhen bir ve beraber oldukları, lakin bedenen ayrı yaşadıkları kahraman imamlarını karşılamak için hava alanını ve tüm caddeleri tıklım tıklım doldurmuş, hep birlikte tekrar ettikleri “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” sadaları ile hava alanını, hatta yer küresini sarsacak duruma gelmiştir. Hava alanına nihayet inen Büyük İmam, kahraman ve vefakar halkıyla birlikte Hava alanından “Inkılab Şehidlerinin” medfun bulunduğu “Beheşt-i Zehra” mezarlığına doğru yürümüş ve Inkılab şehidlerini ziyaretten sonra, halka hitaben “İlk konuşmasını” yapmıştır. Artık Amerikan emperyalizminin, uşağı olan Şah’ın ve çanak yalayıcılarının o ana kadar planladıkları tüm komplolar suya düşmüş, İslâm’ın fecr-i sâdıkı doğmak üzere İlâhî ışıklarını yavaş yavaş ışıldatmaya başlamıştır.
2 Şubat 1979’da, hareketin heyecanını canlılığını asla yavaşlatmayan imam Humeynî, mevcut hükümetin gayr-i meşru’ olduğunu ifade ederek, onun derhal yıkılarak yerine “Inkılab Şurası”nın geçmesini istemiştir.
3 Şubat’da, İmamın İran’a dönmesinden dolayı şenlikler devam ediyor ve mevcut düzenin yıkılması hesapları yapılıyor…
* 4 Şubat’da, Bahtiyar Hükümeti sonuna kadar direneceğini söylüyor…
* 5 Şubat’da, İmam Humeynî, Mühendis Mehdî Mazergân’ı, yeni ve İlk Hükümeti kurmakla görevlendirdi. 6 Şubat’da da, Bazergân Hükümetini kurarak görevine başladı. Bakanlıklarda çalışan bütün me’murlar ve işçiler, İmam’ın atadığı hükümeti tanıdıklarını, yalnız ona tabi olacaklarını bildirdi. 8 Şubat’da, İran’ın bütün bölgelerinde yapılan çok büyük ve azametli yürüyüşlerle, yeni hükümetin desteklendiği bildirildi.
9 Şubat 1979’da, İmam’ın tayin ettiği “geçici hükümet başkanı” Mehdi Bazergân, Tahran Üniversitesi bahçesinde milyonlarca halka hitaben ilk konuşmasını yaptı…
10 Şubat 1979’da, en son ve büyük hesaplaşmalar kaydedildi. Başta Tahran olarak, İran’ın her kentinde karşılıklı silah sesleri duyulmaya başladı. İmam Humeynîye bağlı Hava Kuvvetleriyle, Şah’ın Muhafız Alayı arasında çok şiddetli çatışmalar oldu. Kahraman iran halkı, derhal Hava Kuvvetlerine yardım için dalgalar halinde çatışma alanlarına doğru koşuştu. Bu arada, Amerikanın emriyle en son kozunu oynamak isteyen Şahpur Bahtiyar Hükümeti, saat 16’dan ertesi gün saat 12ye kadar sokağa çıkma yasağı ilan etti. Böylece; İmam Humeynî başta olarak, islâmî Hareketin önde gelen bütün simaları tamamen öldürülecek, başsız kalacak olan halk da, mecburen boyun eğecekti… Allah-u Teâlâ’nın verdiği İlâhî basiret ve feraset ile durumu sezen İmam Humeynî, halka, asla bu yasağa uymamalarını, cadde, sokak, meydan ve sahneleri tamamen kontrol altına almalarını bildirdi. Büyük imamlarının İslâmî emirlerine riayet eden kahraman İran halkı, bu son ve en önemli oyunu da Allah’ın yardımıyla bozmuş tek tek bütün kurumları ele geçirerek mutlak hakimiyeti her tarafta sağlamıştır. Artık, tamamen yıkılan tağutî rejim yerine, 11 Şubat 1979 sabahı, “Fecrin” doğmasıyla birlikte “İslâm İnkılabı” mutlak planda İlâhî hedefine varmış ve kesin zafere kavuşmuştur. 1 Nisan 1979’da da, İslâm inkılabı organizeli bir yapı olarak teessüs etmiş ve İran İslam Cumhuriyeti adıyla resmen kurularak faaliyete geçmiştir. Bütün Hizbullahî müslümanlara kutlu olsun!
“Evet; Ümit – Var Olunuz!
Şu İstikbâl zulûmâtı ve Inkılâbâtı İçerisinde,
En Yüksek Gür Sâda,
İslâm’ın Sâdâsı Olacaktır.”
Bediüzzaman