Veladetinden Rıhletine İmam Humeyni (r.a) Kimdir
Ruhullah’il Musevi’yyil Humeyni, hicri-kameri 20 Cemadiyessani 1320 ve miladi takvime göre 24 Eylül 1902’de, İran’ın Merkez iline bağlı Humeyn şehrinde, ilim, hicret, cihad ehli ve kökleri Ehlibeyt’e uzanan asil bir ailede dünyaya gözlerini açtı.
İmam Humeyni, nesilden nesile halkı ilahi yolda aydınlatan ecdadı gibi ilim yolunu seçti. İmam Humeyni’nin dedesi merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Musevi, merhum Ayetullah’il Uzma Mirza Şirazi’yle aynı dönemde Necef’te dini ilimler alanında eğitim gördükten ve taklid mercii makamına yükseldikten sonra Necef’ten İran’a dönmüş ve Humeyn şehrinde halkı dini açıdan ilimle aydınlatma hizmetine başlamıştır.
İmam Humeyni henüz 5 aylıkken, halkı hak ve adalet konusunda aydınlatan babası, dönemin zorba rejimi güçlerince, Humeyn-Erak yolunda kurşunlanarak şehid edildi. Şehid yakınları sözkonusu cinayeti işleyenlerin kısas edilmesi amacıyla Tahran’a hareket etti.
Kısaca İmam Humeyni daha çocukluktan itibaren, yetim kalmanın ve şehadetin ne demek olduğunu gördü. Humeyni, çocukluk dönemini mümine annesiyle beraber geçirdi. Annesi Hacer hanım, dönemin taklid mercilerinden Ayetullah Hansari’nin torunlarındandı. Humeyni’ye sahip çıkanlardan biri de takva ehli olan halasıydı. Ama Humeyni, 15 yaşında iken bu iki mümine hanımın Hakk’a yürümeleriyle bu aziz insanların nimetinden de mahrum kaldı.
Kum Kentine Göç ve İslami İlimler Öğrenimini Tamamlama
Merhum Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi Yezdi’nin (r.a) 1922 yılında Kum kentine göçmesinden kısa bir süre sonra Humeyni de, İslami ilimler alanındaki eğitimini tamamlamak ve medreseye gitmek amacıyla Kum kentine taşınır. İmam Humeyni, Kum’a geldikten sonra Kum İslami İlimler Merkezi’nin tanınmış hocalarından dersler almaya başlar. İmam’ın hocaları arasında, merhum Aga Mirza Muhammed Ali Edib Tahrani, merhum Ayetullah Seyyid Ali Kaşani ve Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi Yezdi gibi dönemin tanınmış İslam alimleri ve taklid mercileri göze çarpmaktadır.
Ayetullah Hairi’nin rıhletinden sonra İmam Humeyni ve bazı müctehidlerin çabaları olumlu netice verdi ve Ayetullah’il Uzma Burucerdi, Kum İslami İlimler Havzası’nın yönetimini eline aldı. İmam Humeyni, o dönemde Kum dini ilimler merkezinin fıkıh, felsefe, irfan ve ahlak dallarında otorite sahibi bir müctehid olarak tanınmaktaydı. İmam Humeyni o dönem ve sonrasında uzun yıllar Kum’un dini ilimler açısından tanınmış medreselerinden Feyziye, Azam Mescidi, Muhammediye Mescidi, Molla Hac Sadık Medresesi, Selmasi Medresesi ve diğer medreselerde dersler verdi. Irak’ın Necef kentinde de Şeyh Azam Ensari mescidinde Ehlibeyt Yolu ve Usul-ü Fıkıh alanında eğitim gördü ve Necef’te bulunduğu dönemde ilk kez “İslam’da Devlet ve Velayet-i Fakih” konusunu gündeme getirdi.
İmam Humeyni Kıyam ve Mücadele Siperinde
Mücadele ruhu ve Allah yolunda cihad, İmam Humeyni’nin ailesi, yaşantısı, inancı, sosyal ve siyasal yaşantısının köklerinde bulunan bir gerçekti. İmam Humeyni mücadeleye gençlik döneminde hatta çocukluk dönemlerinin son zamanlarında başladı. İmam’ın bu mücadelesi, psikolojik ve ilmi alandaki mücadeleleriyle çok kapsamlı bir şekil aldı. Çünkü bir taraftan İran’ın siyasi ve sosyal durumu, diğer yandan İslam dünyasındaki gelişmeler İmam Humeyni’yi mücadelenin tam içine itti. Hicri-şemsi 1340 (miladi 1961) ve 1341 (miladi 1962) yıllarında İl ve İlçe Encümenleri meselesi, ona İslam alimlerinin mücadelesinin rehberliğini üstlenmesi konusunda önemli bir fırsat oluşturdu.
15 Hordad 1342 (4 Haziran 1963) tarihinde İslam alimleri ve İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki kıyamı iki açıdan önemlidir. Bu iki özellik ise İmam Humeyni’nin bütün İran halkını içeren rehberliği ile ilk kez gösterilerde İslami sloganların yüksek perdeden yankılanmasıydı. Elbette bu sloganlar, daha sonra bütün dünya tarafından da kabul edilecek olan İmam Humeyni rehberliğindeki İran İslam İnkılabı’nın, zaferle sonuçlanmasına vesile olacaktı. İmam Humeyni İslami mücadele ve dünyadaki siyasi gelişmelerle ilgili olarak yaptığı bir konuşmada, 1.Dünya Savaşı sırasında 12 yaşında olduğunu hatırlatarak şöyle demekteydi:
“Ben her iki Dünya Savaşı’nı da hatırlıyorum…Küçüktüm ve okula gidiyordum. Humeyn şehri sokaklarında Sovyetler Birliği askerlerini görüyordum.”
İmam Humeyni o dönemlerde zorba ve diktatör rejime bağlı bazı aşiret ve güçlerin isimlerini de anarak bu kesimlerin halkın namusu ve malına tecavüz ettiklerini hatırlatmakta ve şöyle demektedir:
“Ben çocuklukta savaştaydım… Zillet altındaydık, Recebaliler aşiretinin saldırısına uğradık ve bizim tüfeklerimiz vardı ve ben o dönemlerde büluğ çağına yeni girmiştim. Çocuktum. Saldırılardan korunmak için siperler oluşturmuştuk. Sürekli olarak siperlere gidip nöbet tutuyorduk. 22 Şubat 1920’de ingilizlerin himayesiyle Rıza Han’ın yaptığı darbe, Kacar döneminin sona ermesiyle sonuçlandı ve bu durum halka her türlü kötülükte bulunan ve zulmeden bazı aşiret liderlerinin kanunsuz girişimlerini sınırlı da olsa önledi. Ama bunun karşılığında yeni diktatörlükteki bir aile grubu (Şah ve ailesi) mazlum İran halkının geleceğini gaspetti. Kısaca Şahlık rejimi geçmiş rejimin yerini aldı. İran halkı için aslında değişen pek bir şey olmadı.”
İşte böyle bir ortamda, yani bir taraftan meşrutiyet sonrası döneminin yönetimi ve ingilizlerin girişimleri, diğer taraftan Batı’nın düşmanlığı gibi bir durumla karşı karşıya kalan İslam alimleri, İslam dinini ve kendi konumlarını savunmanın çabasına düştüler. Bu doğrultuda Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi, dönemin Kum ulemasının daveti üzerine Erak kentinden Kum kentine göçtü. Öte yandan İslami ilimlerin çeşitli dallarını Erak ve Humeyn’de başarılı bir şekilde tamamlayan Ayetullah Humeyni de, Kum’a göçtü. Böylece Kum’da İslami ilimler medreseleri ve İslam alimleri’nin konumu pekiştirilmiş oldu.
Elbette pek fazla zaman geçmeden İmam Humeyni irfan, felsefe, usul-ü fıkıh dallarında diğer hocaların arasında seçkin bir konuma yükseldi. Ayetullah’il Uzma Hairi’nin rıhletinden sonra 30 Ocak 1926’da Kum Dini İlimler Merkezi, yokolma gibi bir tehditle karşı karşıyaydı. Ulema bu tehdit karşısında bir çare peşindeydi. Ardından 8 yıl boyunca Kum İslami İlimler Merkezi, Ayetullah’il Uzma Seyyid Muhammed Huccet, Seyyid Sadreddin Sadr ve Seyyid Muhammed Taki Hansari gibi müctehidlerce yönetildi. Dönemin tanınmış müctehidlerinden Ayetullah Burucerdi, merhum Ayetullah Hairi’nin yerine İslami İlimler Merkezi’nin başına geçecek uygun bir şahsiyetti. Bu yöndeki teklif Ayetullah Hairi’nin talebeleri ve özellikle de İmam Humeyni tarafından gündeme getirildi. İmam Humeyni Ayetullah Burucerdi’yi Kum’a davet ederken İslami İlimler Merkezi’nin başına geçmesi gibi önemli bir görevi üstlenmesi için büyük çaba gösterdi.
İmam Humeyni, o dönemin sosyal sorunları ile İslami İlimler Merkezi’ndeki gelişmeleri yakından takip ediyordu. İmam o dönemlerde gazete ve dergilerin yanı sıra sürekli bir araştırma içindeydi ve bu araştırmalarını da Tahran’a sürekli gidip gelerek ve Ayetullah Müderris’in görüşlerini de alarak tamamlamaktaydı. İmam Humeyni’ye göre, meşrutiyetin yenilgiye uğraması ve Rıza Han’ın işbaşına gelmesinden sonra İslami ilimler merkezlerinin içerisinde bulunduğu aşağılayıcı ortamdan kurtulmanın yolu ancak İslami uyanış, İslami ilimler merkezlerinin harekete geçirilmesi ve halkla birlikte ortak bir tutum sergilemekti.
İmam Humeyni 1949 yılında İslami ilimler merkezlerinin yapısında köklü bir değişiklik yapılması teklifini Ayetullah Murtaza Hairi’nin de işbirliğiyle hazırlayarak, Ayetullah Burucerdi’ye sundu. Sözkonusu teklif İmam Humeyni’nin talebeleri ve tanınmış İslam alimlerinin desteğini aldı.
Fakat Şah rejimi hesaplarında yanlış yapmıştı. Müslüman olmak, Kura’n-ı Kerim üzerine yemin etmek ve seçmenlerin erkek olması gibi şartların bulunduğu “İl ve İlçe Encümenleri” tasarısı 1962 yılında dönemin kabine başkanı Emir Esedullah Alem’e ulaştı. Kadınların seçimlere katılım hakkı her ne kadar daha sonra kabul edildiyse de, bunlar aslında rejimin gizli hedeflerini halktan saptırmak ve gizlemek için yapılan girişimlerdi.
Aslında ilk iki şartın kaldırılması ve değiştirilmesi, bahailerin ülkenin yönetiminde rol almalarına kanuni bir kılıftı. Çünkü daha önce de, Şah rejimi, İsrail ve İran ilişkilerinin iyi olması için Amerikan yönetiminin kendisine destek vermesini şart koşmuştu. Bahailerin yönetimin bütün kademelerine gelmesine yol açan kanunun değiştirilmesi İran halkı ve ulema arasında tepkilere neden oldu. İmam Humeyni, Kum’da ulemanın önde gelenleriyle yaptığı meşveretten sonra, Şah rejiminin bahaileri hükümetin çeşitli düzeylerine yerleştirilmelerine neden olan girişimini çok yönlü olarak protesto etti.
İmam Humeyni’nin Şah rejimine karşı bu protestosu aslında İran’ın o dönemdeki sosyal ortamı ile ulemanın siyasi gelişmelerde rolü olması gerektiğine dair vurgusu açısından son derece önemli ve yapıcı bir çıkıştı. Şah rejiminin yönetim kabine başkanı Esedullah Alem ile Şah rejimi aleyhinde ulemadan gelen mektuplar ve telgraflar, İran halkının büyük desteğine mazhar oldu. İmam Humeyni’nin Şah’a ve onun başbakanına yazdığı telgraflar uyarıcı mahiyetteydi. Sözkonusu telgraflardan birinde şu ifadelere yer verilmekteydi:
“Ben size nasihat ediyorum; Allah’ın emirlerinin aksine hareket etmeyin, anayasaya saygılı olun, millet iradesini ayaklar altına almayın, ulemanın ve Kur’an’ın hükmünü ihlal etmeyin. Anayasayı çiğnemekten sakının. Ülkenin durumunu kasıtlı olarak vahim bir duruma itmeyin. Zira İslam alimleri sizin bu girişimlerinize karşı dini vecibelerini yerine getirme konusunda asla sessiz kalmayacaktır”
Her halükarda Şah rejiminin İl ve İlçe Encümenleri konusundaki girişimi, İran halkının, düşmanlarını ve yerli işbirlikçilerini tanıması ve aynı zamanda İslam Ümmeti’ne rehberlik edecek insanlarla tanışması açısından önemli bir siyasi gelişme oldu. Şah rejiminin bu süreçteki başarısızlığı üzerine Amerikan yönetimi Şah rejimine reformlar yapması konusunda baskılarını arttırdı. Şah, 1962 yılında altı maddelik reform paketini açıkladı ve sözkonusu paketi referanduma sundu. Ama İmam Humeyni yeniden İslam alimleriyle birlikte meşveret ederek bu konuda çare aradı.
Sonunda 1963 yılında milli bir bayram olarak kutlanmakta olan Nevruz, Şah rejimine itiraz amacıyla protesto edildi. Amerika’da hazırlanan ve İran’da Şah rejimiyle uygulamaya konmak istenen ‘Ak Devrim’, yayınlanan protesto bildirilerinde ‘Kara Devrim’ olarak nitelendirildi. Şah, İsrail ve Amerika’nın işbirlikçisi olmak ve onların isteklerini İran halkına dayatmakla suçlandı. Öte yandan Şah rejimi, reformları uygulama konusunda İran halkının istekli olduğuna dair kendi şahsi görüşünü Amerika’ya ileterek reformlar konusunda kararlı olduğu sözünü verdi ve reformların adını da ‘Ak Devrim’ olarak niteledi. Ancak, ulemanın bu sözde Ak Devrim’e itirazı çok sert olacaktı.
Fakat bu süreçte İmam Humeyni’nin Şah’a yönelik itirazı son derece dikkat çekiciydi. Zira İmam Humeyni, Şah’ı, siyonist İsrail rejiminin işbirlikçisi olmakla suçamakta ve bütün cinayetlerden Şah’ı sorumlu tutan bir tutum sergileyerek halkı Şah aleyhine kıyama davet etmekteydi. İmam Humeyni 1 Nisan 1963 tarihinde yaptığı konuşmada, Kum ve Necef uleması ile İslam dünyasının İran’da yaşanan gelişmelere karşı sessizliğini sert dille eleştirmiş ve şöyle demişti: ‘Bugün sessiz kalmak, diktatör yönetimi desteklemek manasına gelir.’
İmam Humeyni, bir gün sonra yani 2 Nisan 1963 tarihinde Şah rejimine karşı meşhur bildirisini yayınladı. İmam sözkonusu bildirisinde Şah rejiminin kimliğini sorgulayarak muhataplarına bu rejimin nasıl yönetildiğini, dış güçlerin emrinde olduğunu ve İslam’a karşı tutumunu açık bir şekilde ortaya koydu. Hem de her türlü tehlikeyi göz önüne alarak…
1963’de yeni yıl ve nevruz, İslam alimleri ve onlara destek veren İran halkının boykotuyla ve elbette Şah rejiminin Feyziye Medresesi’nde kan dökmesiyle başladı. Zira Şah, Amerika’nın dayattığı reformları yerine getirmek konusunda kararlıydı; hatta halkını öldürme pahasına da olsa. Ama, İmam Humeyni, Amerika’nın müdahaleleri ve Şah rejiminin ihanetleri konusunda halkı aydınlatarak, onları kıyam ve direnişe davet etti. 3 Nisan 1963 tarihinde ise Irak’ın Necef kentinde Ayetullah Hakim, İran ulemasına gönderdiği telgrafta, İran’lı İslam alimlerinin topluca Necef kentine hicret etmelerini istedi. Elbette bu davet, İslam alimlerinin can güvenliği ve İslami İlimler Merkezi’nin korunması içindi.
Sözkonusu telgrafa İmam Humeyni, fazla beklemeden derhal cevap verdi ve İslam ulemasının topluca hicretinin ve medreselerin boşaltılmasının salah olmadığını bildirdi.
Ancak İmam Humeyni, 2 Mayıs 1963 tarihinde, Feyziye Medresesi’nde Şah rejimi tarafından işlenen cinayetin 40. günü münasebetiyle ulema ve İran halkına hitaben yayınladığı mesajda, arap ve İslam ülkeleri liderleri ve müslüman halklardan siyonist İsrail rejimine karşı mücadele etmelerini ve İsrail ile Şah rejimi arasında imzalanan anlaşmaları kınamalarını istedi.
15 Hordad Kıyamı
1963 yılında Hordad ayı hicri-kameri Muharrem ayına rastlamaktaydı. Bu münasebetle İmam Humeyni, bu ayda düzenlenecek özel merasimlerden, Şah rejimi aleyhinde halkı aydınlatmak ve direnişe davet etmek için maksimum düzeyde yararlanmak amacındaydı.
İmam Humeyni 2 Haziran 1963 Aşura günü öğleden sonra, Feyziye Medresesi’nde ulema, talebe ve halka hitaben tarihi bir konuşma yaparak, halkı Şah rejimi aleyhinde kıyam ve mücadeleye davet etti.
İmam söz konusu konuşmasında Şah’a hitaben şu ifadeleri kullandı:
“Ben sana nasihat ediyorum, ey Şah hazretleri ! Ey Şah ! Ben sana nasihat ediyorum, bu işlerden elini çek. Ey Şah seni aldatıyorlar! Bir gün, senin bu ülkeden gitmeni isterlerse herkesin buna sevinmesini mi istiyorsun ? Ancak, eğer sana dikte ediyorlar ve ne demen gerektiğini onlar tayin ediyorlarsa, bunu etraflıca düşün… Benim nasihatime kulak ver… İsrail ve Şah arasındaki ilişkilerden dolayı istihbarat birimleri İsrail aleyhinde konuşmamamızı istiyorlar. Yoksa Şah, İsrail’li midir? Şah kıyamı kanla bastırmak için emir vermedi mi?”
İmam bu beyanatından hemen sonra yani 3 Haziran günü, akşam namazını kıldığı bir sırada tutuklandı ve alelacele Tahran’a götürülerek subaylara ait cezaevine atıldı. Aynı günün gün batımında da, Kasr cezaevine intikal edildi. Sabahleyin, yani 4 Haziran günü erken saatlerde İmam Humeyni’nin Şah güçleri tarafından tutuklandığı haberi Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer kentlere yayıldı ve bütün kentlerdeş daha önce Kum kentinde Şah rejimi aleyhinde düzenlenen protesto gösterilerinin benzerleri düzenlendi.
Elbette Şah’ın en yakın adamlarından general Hüseyin Ferdust, hatıratında, Amerika’nın siyaset ve güvenlik alanındaki en önemli adamlarının İran halkının kıyamını bastırmak için Şah’a yardımcı oldukları ve bu doğrultuda Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK ile İran ordusunu yönlendirdiğini ifşa etti. Sözkonusu hatıratta Şah rejiminin adamlarının halka yönelik olarak nasıl çılgınlar gibi cinayetler işledikleri açık bir dille ifşa edilmektedir.
İmam Humeyni Kasr cezaevinde 19 gün kaldıktan sonra İşretabad askeri cezaevine nakledildi.
15 Hordad 1342, 4 Haziran 1963 tarihinde, Şah rejimi ordusu Tahran’da, İmam Humeyni’yi desteklemek ve Şah rejimini protesto etmek için düzenledikleri gösteriyi kanlı bir şekilde bastırırken; İmam Humeyni, sorgulanması sırasında, Şah rejimi ve bütün birimlerinin kanun dışı olduğunu ve ülkedeki yönetimlerinin meşru olmadığını cesurca söylemekten çekinmedi. 1964 yılında ise İmam Humeyni daha önce hiç bir açıklama yapılmaksızın serbest bırakıldı ve Kum’a götürüldü. İmam’ın serbest bırakıldığı haberinin duyulması ardından İran’ın dört bir yerinde halk sevinç gösterileri düzenlediler, özellikle de Kum kentinde İslami ilimler medreseleri ile halk arasında özel etkinlikler düzenlendi. Bu sevinç gösterileri günlerce sürdü. Elbette 15 Hordad kıyamının birinci yıl dönümünde, Şah rejiminin işlediği cinayet münasebetiyle İmam Humeyni ve seçkin İslam alimleri yayınladıkları ortak bildiriyle şehidleri rahmetle andılar ve sözkonusu günü matem günü olarak ilan ettiler.
Ancak, İmam Humeyni 26 Ekim 1964 tarihinde inkılapçı bir bildiri yayınladı ve sözkonusu bildiride kısaca şu ifadelere yer verdi:
“İran halkının her türlü sorununun arkasında yabancıların olduğunun bütün dünya tarafından bilinmesini istiyorum. Bu sorunlardan, Amerika sorumludur. Özellikle İslam dünyası ve müslüman halklar başta olmak üzere tüm dünya kamuoyu aslında Amerika’dan nefret etmektedir… İsrail ve onu destekleyenlerin arkasındaki asıl güç Amerika’dır. Yüzbinlerce arap müslümanı kendi topraklarından süren İsrail’i destekleyen Amerika’dır.”
İmam Humeyni’nin Kapitülasyon tasarısının kabul edilmesi aleyhindeki ifşaatları İran’da Kasım ayında yeni bir kıyamın başlangıcı oldu. 4 Kasım 1964 tarihinde sabahın erken saatlerinde Tahran’dan özel komando birlikleri silahlı bir şekilde Kum’a hareket etti ve İmam’ın evini muhasara altına aldı. İmam, tutuklandığı sırada yine bir yıl önce olduğu gibi ibadetle meşguldü. İmam Humeyni tutuklandıktan hemen sonra Tahran Mehrabad havaalanına nakledildi ve daha önceden hazırlanan program dahilinde SAVAK casuslarının refakatinde bir uçakla Ankara’ya götürüldü. Ve o gün öğle sonrasında SAVAK, İmam Humeyni’nin Şah rejimini devirmeye teşebbüs suçuyla sürgün edildiğini bildirdi! Bu haber gazetelerde de yayınlandı.
Bütün baskı ve tehditlere rağmen, başta İran’ın ekonomisinde son derece önemli rolü olan Tahran Pazarı olmak üzere, İslami ilimler medreselerinde Şah rejiminin İmam’ı sürgün etme girişimi kepenk kapama eylemleri ve grevlerle protesto edildi. Uluslararası kuruluşlara bu bağlamda mektuplar gönderildi.
İmam Humeyni’nin Türkiye’de sürgünde Bursa şehrindeki ikameti 11 ay sürdü. İmam’ın yokluğunu fırsat bilen Şah rejimi, bütün itirazları kanlı bir şekilde bastırmanın yanı sıra Amerika’nın dayattığı reformları hızlı bir şekilde yürürlüğe koymaya başladı. Elbette İmam’ın Türkiye’deki ikameti, onun Tahrir’ul Vesile adlı kitabını yazmak için bir fırsat oldu.
İmam Humeyni’nin Türkiye’den Irak’a Sürgün Edilmesi
5 Ekim 1964 tarihinde İmam Humeyni, oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’yle birlikte ikinci sürgün yeri olan Irak’a gönderildi. İmam Humeyni, Irak’a gider gitmez Ehlibeyt’in pak ve masum imamlarının türbelerini ziyaret için Kazımeyn, Samerra ve Kerbela şehirlerine gitti ve bir hafta sonra ise sürgün yeri olan Necef kentine götürüldü.
İmam Humeyni’nin Irak’taki 13 yıllık sürgün hayatında, İran ve Türkiye’de olduğu gibi zahiren direkt baskılar ve kısıtlamalar yoktu; ama, din kisvesine bürünmüş bazı kimselerin iftiraları ve asılsız iddiaları ona büyük bir azap veriyordu. Fakat o, bütün bunları sabır ve metanetle karşılıyor, mücadelesini sürdürüyordu. Ancak, onca sıkıntı ve zorluklar onu Şah rejimine karşı verdiği İslami mücadelede yıldırmadı. O doğru bildiği Hak yolunda ilerlemeyi sürdürdü.
İmam Humeyni, Necef kentinde sürgünde bulunduğu dönemde bütün muhalefetlere rağmen 1965 yılında Şeyh Ensari mescidinde fıkıh dışındaki dallarda ders vermeye başladı. İmam Humeyni’nin aynı mescidde bu dersi vermesi Paris’e sürgün edilinceye kadar devam etti. İmam’ın dersleri Necef’te ve hatta Irak genelinde, işlediği konular açısından ve derse olan teveccühten dolayı dikkat çekiciydi.
İmam Humeyni, Irak’ta bulunduğu süre içinde İran’daki İslami mücadeleciler ile sürekli olarak değişik şekillerde irtibatını korudu. İmam her münasebetle 15 Hordad kıyamının canlı tutulması gerektiğini vurguladı.
İmam, sürgünden sonra da hiçbir zaman mücadeleden el çekmedi ve sürekli olarak yaptığı konuşmalar ve eylemleriyle mücadeleyi canlı tuttu. Milyonların ümit ve ilham kaynağı oldu.
İmam Humeyni 11 Ekim 1967 tarihinde Filistin Fetih Hareketi temsilcisini kabulünde yaptığı konuşmada, İslam dünyası ve Filistin meselesini ele alarak Filistin mücadelesinin bütün İslam alemince desteklenmesi gerektiğini vurguladı ve müslümanların Filistin meselesine ilgi göstermeleri ve bu yolda görevlerini yapmalarının şer’i bir vazife olduğunu söyledi.
1969 yılının ilk günlerinde Şah rejimi ile Irak rejimi arasında sınır ihtilafları baş gösterdi. Irak rejimi, bu ülkede bulunan İran’lıları çok kötü şartlarda Irak’tan ihraç etti. Baas rejimi, İmam Humeyni’nin Şah rejimine olan düşmanlığından yararlanmak için çok fazla çaba gösterdi ama İmam asla Baas rejiminin bu oyununa gelmedi.
İmam Humeyni’nin Necef’te ders vermeye başladığı ilk 4 yılda Necef dini ilimler medreselerinin çehresi tamamen değişti. İmam Humeyni’nin bu hareketi sadece İran’da Şah rejimine karşı mücadele edenleri etkilemedi. İmam’ın bu hareketi İran ve Irak sınırlarını da aşarak Lübnan ve İslam dünyasının diğer bölgelerine de yayıldı. Gerçekte artık İmam’ın hareketi İslami mücadeleciler için bir ilham kaynağına dönüşmüştü.
İmam Humeyni ve Mücadelenin Devamı
1971 yılının ikinci yarısında Irak Baas rejimi ile Şah rejimi arasında ihtilaflar doruk noktasına çıktı. Bu durum Irak’ta yaşayan çok sayıda İranlının çok kötü şartlar altında Irak’tan ihracına neden oldu. İmam Humeyni, bu duruma karşı sessiz kalamadı ve Irak cumhurbaşkanına hitaben bir telgraf göndererek, İran’lıların ihraç edilmesini kınadı. İmam Humeyni, Irak’ta oluşan yeni olumsuz şartlarda Irak’tan ayrılmaya karar verdi. Fakat o şartlarda İmam Humeyni’nin Irak’tan çıkmasının neden olacağı sonuçlardan korkan Baas rejimi yetkilileri İmam’ın Irak’tan çıkmasına izin vermediler. 1975 yılında 15 Hordad kıyamının yıldönümünde Kum kentinde Şah rejiminin işlediği cinayetin yıldönümü, medrese talebeleri tarafından anıldı. Düzenlenen etkinlikler adeta Şah rejimine meydan okuma düzeyindeydi. Kum kentinde düzenlenen gösteriler iki gün sürdü ve bu iki günde Kum kenti, ‘Kahrolsun Pehlevi Hanedanı! Yaşasın Humeyni!’ sloganı ile çınladı. Bu kıyamdan önce Şah rejimi düzenlenebilecek muhtemel gösterileri önlemek için seçkin alimleri ve siyasi liderleri tutuklamıştı. Ancak, Şah rejimi özel timinin bu girişimi de 15 hordad kıyamı yıldönümünün etkinliklerle anılmasına mani olamadı.
Şah rejimi dine olan düşmanlığına paralel olarak 1975 yılında İslam Peygamberi’nin hicretini esas alan resmi takvimden, Hahameneşiler tarihini esas alan takvime geçiş yaptı. İmam Humeyni Şah’ın bu küstah hareketine de sert tepki göstererek bu girişimi kınadı. İmam, halkı bu takvimi kullanmamaya davet etti ve bu davet halk tarafından büyük destek buldu. Halk Şah’ın yönetimindeki partiyi boykot ettiği gibi Şahlık takvimini de boykot etti. Şah rejimi sözkonusu girişiminde de büyük bir hayal kırıklığı yaşadı ve rüsva oldu. Zira Şah ne yapsa İmam Humeyni onun girişimlerini bozabilecek güçte olduğunu ortaya koyuyordu. Ve sonunda Şah rejimi 1979’da sözkonusu takvim konusunda geri adım atarak Şahlık takvimini iptal etti.
İslami Kıyamın 1978’de Doruk Noktasına Ulaşması
Uluslararası gelişmeler ile İslam dünyasındaki olayları yakından takip eden İmam Humeyni, gelişmelerden İslami hareketin zafere ulaşması için yararlanmaya çalışıyordu. İmam 1978 yılında bir mesaj yayınlayarak, ülke içindeki ve dışındaki bütün öğrenci derneklerini, Şah rejimine karşı olan herkesi, vatanseverleri, kültür ve bilim çevrelerini, ülke içindeki ve dışındaki basın ile uluslararası kuruluşlar ve çevreler aracılığıyla Şah rejiminin işlediği cinayetlere karşı kıyama davet etti.
Ekim 1978’de İmam’ın oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’nin şehadeti ve bu şehadeti anma merasimleri İran’ın dört bir yerinde ve özellikle de İran’ın dini ilimler merkezlerinde Şah rejimine karşı mücadelede ikinci merhalenin başlamasına neden olmuş, İmam Humeyni de o zaman bu gelişmeyi Allah’u teala’nın ilahi bir lütfu olarak nitelemişti. Ardından Şah rejimi o dönemin önemli tirajdaki gazetesi sayılan Ittılaat’a İmam Humeyni’yi tahkir eden bir makaleyi yayınlatarak intikam almayı hedefledi. Bu makalenin ardından Aralık 1978’de Kum kentinde Şah rejimi aleyhinde gösteriler oldu, ama Şah rejimi gösterileri geçmişte olduğu gibi çok sayıda göstericinin kanını akıtarak durdurmayı hedefledi. Ama Şah döktüğü onca kana rağmen kıyamın ateşini söndüremedi.
İmam Humeyni’nin Irak’tan Paris’e Hicreti
İran ve Irak dışişleri bakanlarının New York’ta yaptıkları görüşmede İmam Humeyni’nin Irak’tan sürgün edilmesi kararlaştırıldı. 24 Eylül 1979 tarihinde İmam Humeyni’nin evi Baas güçlerince muhasara altına alındı ve bu haberin yayılmasının ardından başta İran olmak üzere Irak ve İslam dünyasının diğer beldelerinde tepkiler yükseldi.
4 Ekim 1979 tarihinde İmam Humeyni Irak’tan Kuveyt’e gitmek üzere ayrıldı. Ama Kuveyt devleti, Şah rejiminin mesajına binaen İmam’ın kendi topraklarına girmesine izin vermedi. Daha önce İmam’ın Lübnan veya Suriye’ye gideceği söyleniyordu. Ama İmam oğlu Seyyid Ahmed Humeyni ile meşveret ettikten sonra Paris’e hicrete karar verdi ve 16 Ekim 1979 tarihinde İmam Paris’e gitti.
İmam Paris’e gittikten iki gün sonra Paris etrafındaki küçük bir yerleşim birimi olan Novfel Le Şato’da bir İran’lının evinde ikamet etmeye başladı. Fransa cumhurbaşkanlığının özel güçleri tarafından İmam’a, ikameti boyunca her türlü siyasi faaliyet yasağının olduğu bildirildi. Ama İmam Humeyni de, bu gibi kısıtlamaların demokrasiden dem vuran bir ülkenin sloganlarını ayaklar altına aldığını ve kendi kanunlarını çiğnemek manasına geldiğini bildirerek sert tepki gösterdi ve gerekirse başka bir yere gidebileceğinin mesajını verdi.
İmam Humeyni, Aralık 1979’da İnkılab Şurası’nı teşkil etti. Şah da, Saltanat Şurası’nı teşkil ettikten ve Bahtiyar hükümetinin güvenoyu almasından sonra 16 Ocak günü ülkeden kaçtı. Bu haber önce Tahran olmak üzere İran’ın bütün şehirlerinde derhal yayıldı ve halk Şah’ın kaçışını sokaklara çıkarak kutladı.
İmam’ın 14 yıllık Sürgünden Sonra İran’a Dönüşü
Ocak 1979’da İmam İran’a dönme kararı aldı. Bu haberi duyan herkes sevinç gözyaşları döküyordu. Zira İran halkı 14 yıldır İmam’larından uzaktı. Ama İran halkı ve İmam’ın yakınları, İran’a dönmesi halinde onun can güvenliğinden endişe ediyorlardı.Ancak her halükarda İmam dönmeye karar vermişti ve İran halkına gönderdiği mesajlarda da, İran’ın geleceğini belirleyecek önemli günlerde İran halkının yanıbaşında olmak istediğini bildirmişti. Bu arada Bahtiyar hükümeti, havalimanlarını dışarıdan gelecek uçaklara kapatmıştı.
Ama Bahtiyar hükümeti, ülke içindeki direnişe birkaç günden daha fazla dayanamayarak İran milletinin isteğini kabul etmek zorunda kaldı ve İmam Humeyni 12 Behmen 1357, 1 Şubat 1979 tarihinde 14 yıllık sürgün hayatından sonra ülkesine döndü. İmam Humeyni’yi karşılayan İran halkının milyonluk gösterisi o kadar gösterişliydi ki, Batı’lı medya kurumları bile bu gerçeği itiraf etmekten kendini alamadılar. İmam Humeyni’yi 4 ila 6 milyon kişinin karşıladığını ve artık İran’da yeni bir dönemin başlayacağının mesajını verdiler.
İmam Humeyni’nin Rıhleti
İmam Humeyni, hedeflerini, ülkülerini daha doğrusu neyi söylemesi gerekiyorsa söylemişti, üzerine düşeni en iyi şekilde yerine getirmişti ve amelde de hedeflerinin gerçekleşmesi için canı gönülden çaba göstermişti. Ama Haziran 1989’da, bütün ömrünü O’nun rızasını kazanmak için harcadığı ‘Dost’a gitmeye hazırlanıyordu. Zira İmam O’nun dışında hiçbir güç karşısında eğilmemişti. Ama artık İmam’ın, halkından ayrılma ve gerçek sahibine kavuşma vakti gelmişti. O da zaten vasiyetnamesinde şunları yazmıştı:
“… Ömrümün şu son nefeslerinde, bu ilahi emanetin hıfzı ve bekasına yardımcı olacak hususlar ve onu tehdit eden tehlike ve engellerin bir kısmını şimdiki nesil ve gelecek nesiller için arzetmeyi bir vazife biliyor ve alemlerin rabbinin dergahından herkes için tevfik ve yardım niyaz ediyorum…”
Günlerden 3 Haziran 1989 Cumartesi, saat 22.20… İmam’ın ayrılık zamanı… Milyonların kalbini ilahi nur ve maneviyatla aydınlatan bu büyük insanın kalbi nihayet durdu. İmam’ın yakınları tarafından hastaneye yerleştirilen kameralar, onun en zor ve güçsüz halinde bile yaratıcıya ibadetten bir an bile geri kalmadığını gösteriyordu.İmam’ın dudakları sürekli O’nun adını zikrediyordu. Son gecede, hem de 87 yaşında, bir kaç zor ameliyatı aynı anda geçiren bu büyük irfan ve aşk ehli, kollarına serum ve diğer malzemeler takılı olmasına rağmen gece namazı kılıyor, Kur’an-ı Kerim okuyordu. Ömrünün son saatinde ise tam bir melekuti huzur içinde sürekli Kelime-i Şehadet getirerek Allah’ın mübarek isimlerini fısıldıyordu.
İşte İmam bu şartlar altında Hakk’a yürüdü. İmam Humeyni’nin rıhlet haberi duyulunca İran’da ve İslam dünyasında adeta şiddetli bir deprem olmuştu. İran’da ve dünyada radyo ve televizyon kanalları en önemli haber olarak İmam’ın rıhletini verirlerken, İmam’ı tanıyan, onun yolundan giden müslümanlar ise İmam’larının ayrılık haberi karşısında hüngür hüngür ağlamaktan kendilerini alamadılar.
Hiç bir kalem ehli, İmam’ın vefatının İran ve dünya müslümanları üzerindeki etkisi ve oluşturduğu üzüntü ve duyguları gerçek manada anlatamaz. Zira İran halkı ve dünya müslümanlarının o duyguları ve üzüntüyü yaşaması en tabii haklarıydı. Çünkü, İmam Humeyni, onlara Allah yolunda cihad ve mücadelenin nasıl olacağını bu zamana kadar kimse ve kimselerin öğretemediğini bizzat amelde göstermiş; bu durum, İran ve dünyada önemli gelişmelerin yaşanmasına vesile olmuştu. Onlar, müslümanların yitirilen izzet ve haysiyetini yeniden kazandıran İmam’larını kaybetmişlerdi. Amerika ve Batı’lı ecnebilerin İran üzerindeki ellerini kesmişti. Dünyanın maddi ve şeytani güçleri karşısında onurlu bir şekilde durmuş, İslam’ın ihyası için mücadele vermişti. O İslam İnkılabı’nın zaferinden sonraki çetin günlerde, iç ve dış düşmanların başta darbe olmak üzere her türlü fitnesini önlemiş, dış güçlerce dayatılan 8 yıllık savaş döneminde de fevkalade basiretli bir şekilde başkomutanlık yapmış, dönemin Batı ve Doğu süper güçleri sayılan ABD ve Sovyetler Birliği’nin desteğindeki Irak Baas rejiminin bunca saldırıları karşısında, İslami İran topraklarını savunma konusunda zerre kadar geri adım atmamıştı. Ama artık halk, İslam uleması, İmam’dan ilham alanlar ve onu sevenler bu büyük liderlerini cismi olarak göremeyeceklerdi.
Elbette İmam’ın rıhletinin ya da dünyamızdan ayrılışının İran halkı ve müslümanlar üzerindeki derin etkisini kavramakta zorlananlar, eğer İmam’ın cenaze merasiminde kalpleri dayanamayan çok sayıda insanın imamlarıyla birlikte vefatı, yüzlercesinin ise İmam’larının ayrılığı karşısında kalp krizi geçirerek klinikleri, hastaneleri doldurması, kadın erkek, yaşlı ve çocuk ayırımı olmaksızın herkesin aynı derdi paylaştığını gösteren o döneme ait filmler ve resimler o dönemi anlamakta zorlananlara yardımcı olabilir.
Elbette ilahi aşkı bilenler ve tecrübe edenlerin böyle bir problemi yoktur. Gerçekte İran halkı İmam’larına aşıktı ve İmam’ın rıhletinin yıldönümü merasiminde “Humeyni’ye aşık olmak bütün güzelliklere aşık olmaktır” diyerek bu sevgiye daha bir güzellik katıyordu.
4 Haziran 1989 tarihinde, İran’da rehberi seçme görevini uhdesinde bulunduran “Bilgeler Meclisi” toplandı. Toplantıda Ayetullah Hamenei’nin rahmetli İmam’ın vasiyetnamesini iki buçuk saatlik bir sürede okumasının ardından; İmam Humeyni’den boşalan rehberlik makamına, salahiyetli bir kişinin seçilmesi konusu ele alındı. Saatlerce süren oturum ardından dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei, rehberlik makamına seçildi. Ayetullah Hamenei’nin seçilmesinde önemli etkenler söz konusuydu. Ayetullah Hamenei, İmam’ın talebelerinden idi. İslam İnkılabı hareketinin içinde pişmiş ve her türlü sıkıntıya katlanmıştı. 15 Hordad faciasında yeralmış, İmam’ın bütün mücadelesine canı gönülden destek vermiş ve aynı zamanda bu yolda düşmanlar tarafından düzenlenen terörist saldırıda bedeninin bir bölümünü yitirmişti. Yani, İslam İnkılabı gazilerinden seçkin bir simaydı. Evet “Bilgeler Meclisi” böyle seçkin bir insanı çok önemli bir görev olan İslam İnkılabı Rehberliğine seçmişti.
İran’da İmam Humeyni’nin siyasetleri karşısında ağır yenilgiler alan Batı’lılar ve onların yerli işbirlikçileri yıllardır İmam Humeyni’nin vefatını dört gözle bekliyorlardı. Zira onlar İmam Humeyni’nin yokluğunda İslam nizamının çökmesini arzu ediyorlardı.
Ama, İran halkının ve ‘Bilgeler Meclisi’nin uyanıklılığı ve derhal rehberi seçmesi ve bu seçimin de İran’da İmam’ın takipçilerinin tamamının desteğini alması İslam İnkılabı düşmanlarının arzularını yeniden suya düşürdü. Hatta İmam Humeyni’nin vefatı, onun düşünce ve ülkülerinin sonu olmadığı gibi daha da geniş bir şekilde yayılmasını sağladı. Bu açıdan yeni bir dönemin başladığına şahid olundu. Zira düşünce, iyilik, maneviyat ve hakikat, fani değil, ölümsüzdür. Bu tarihte, İran kentleri, kasabaları ve köylerinden milyonlarca insan Tahran’a akın etti ve İmam’ın cenaze namazının kılınacağı Musalla mekanında, dünyaya ilahi adalet ışığını yeniden yansıtan, insanlığın karanlık ve sapık düşüncelerden kurtulması için çaba gösteren, dünyada İslami hareketi yeniden canlandıran İmam’larıyla son kez vedalaşacaklardı.
İmam’ın cenaze merasimiyle ilgili olarak resmi bir teşrifat yoktu, her şey sade idi. Halkın gönlü nasıl istiyorsa öyleydi, gösterişten uzaktı. Halkın bu elem verici hadise karşısındaki duyguları tamamen objektif olarak yansıyordu. İmam’ın cansız bedeni milyonlarca aşk ehlinin arasında biraz yüksekçe bir yerde duruyordu. Herkes adeta kendi gönlünce İmam’ıyla söyleşiyor ve ona dua ediyordu. Derdini, üzüntüsünü döküyor ve ağlıyordu. Musalla meydanının etrafındaki caddeler ve otobanları ise İmam’ın cenazesi ve matem merasimine gelen yüzbinler, milyonlar doldurmuştu.
Her yerde matemi gösteren siyah bayraklar, Kur’an-ı Kerim’den ayetler asılıydı, devlet daireleri başta olmak üzere evlerde ve her yerde Kur’an-ı Kerim okunuyordu. Bu arada Beheşti Zehra mezarlığında ise İmam’ın cansız bedeninin defnedileceği yerde de benzeri sahneler vardı. Aileler, kadın, erkek ve çocuklarıyla birlikte topluca, İmam’ları için Kur’an-ı Kerim okuyor ve dua ediyorlardı. Her yerde halka, onun ruhuna dua edilmesi arzusuyla yiyecek ve içecekler dağıtılıyordu. İran-Irak savaşında yaralanan gaziler ile diğer İslam erleri İmam’larından uzak ve yetim kalmanın üzüntüsünü, İmam’larının cansız bedenine bir kaç metre uzaklıktan dile getiriyorlardı. Hüngür hüngür ağlıyorlardı, zira onlar artık İmam’larını asla göremeyeceklerdi. Artık İmam’ın Cameran’daki evi, yetimler ve gazilerin dertlerini teskin edecek o yaşlı ama cesur, arif insandan yoksun kalacaktı.
Milyonlar, İmam’ın cansız bedeniyle son geceyi onun yanıbaşında kalarak sabahladı. 5 Haziran 1989… Sabahın ilk saatlerinde milyonlarca insan, Ayetullah’il Uzma Golpayegani’nin imametinde, İmam’ın cenaze namazını kıldı.
İran halkı, İmam’larını ebedi olarak Hakk’a uğurlarken de, adeta İmam’larının 14 yıllık sürgün hayatından İran’a dönüşünde karşıladığı gibi coşkulu bir katılım sergiledi. Milyonluk kitleler onu hamasi bir şekilde Hakk’a uğurladı. Adeta İran’da 1979’daki hamasi dönüşün tekrarı yaşanıyordu. Tarih belki de böyle coşkulu bir cenaze merasimi daha yazmayacaktı. Uluslararası haber kaynakları İmam’ın İran’a dönüşündeki kalabalığın 6 milyon insan olduğunu bildirirken, uluslararası medya kuruluşları şimdi cenaze namazına ise 9 milyon kişinin katıldığını belirttiler.
Aslına bakılırsa İmam Humeyni’nin İran’a gelmesinden sonra, iç ve dış düşmanların neden olduğu başta 8 yıllık savaş olmak üzere diğer meseleler ve on binlerce İslam erinin savaşta şehid olması, ülkenin yine savaştan dolayı önemli bir bölümünün tahribata uğraması, ekonomik ve diğer sosyal sorunlar göz önüne alındığında mantıken halkın bitkin, yılgın ve İmam’larından uzak olması gerekirdi. Ama asla böyle olmadı, durum tam tersine gelişmişti. Zaten bu gelişme düşmanların son ümitlerinin de yokolmasına neden oldu. Yani İmam’ın rıhleti, İslam düşmanlarına gerçekte ağır bir darbe indirmişti. Hem de milyonluk kitlelerin İmam’larının yolunu sürdüreceklerine dair tekrarladıkları ahidle. Yeni nesil de İmam’ın şu ifadeleriyle ilahi mektebin terbiyesinden geçmişti: “Dünyada çekilen sıkıntılar, zorluklar ve fedakarlıkların ölçüsü, tamamen hedefin büyüklüğüne göredir.”
Cenaze namazının kılınmasından sonra İmam’ın cansız bedeni, Beheşti Zehra mezarlığına taşındı. Duygu yüklü halkın büyük izdihamından dolayı, kalabalığı dağıtmak için defin işlemlerinin daha sonra yapılacağına dair açıklamalara rağmen, kalabalık dağılmadı ve defin işlemleri aynı gün öğleden sonra zorlukla yapılabildi. Milyonluk kitlenin İmam’ları ile vedalaşmasına dair görüntüler zaten medyadan saklı değildi ve bu görüntüler aslında bütün dünyaya İran halkının İmam’larının yolunu sürdüreceklerine dair yeni bir mesajıydı.
Böylece, İmam Humeyni’nin rıhleti de tıpkı hayatı gibi, bir yeniden uyanış vesilesi olmuş ve onun yolu ve hatırasını ölümsüzleştirmiştir. Zira o, bir hakikat idi ve hakikat daima canlı ve ölümsüz kalacaktır.