HaberlerHizbullah HakverdiİranOrtadoğuSuriye

Hama Olayı ve Suriye İhvanı – 3.Bölüm

“HAMA OLAYI VE SURİYE İHVANI”

(…Geçen Bölümden Devam) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İRAN İSLAM INKILÂBI’NIN ‘HAMA’DAN YANA TAVIR KOYMAMASININ İKİNCİ ESBAB-I MUCİBESİ:

Evet; Kitab, Sünnet ve Icmâ’ın âmir bulunduğu İlâhî – şer’î ahkâm ve perensibleri gereği ‘Hama’dan yana ve (sulh hâlinde bulunduğu) Suriye’ye karşı da tavır koymayan, daha doğrusu koyamayan İslâm İnkılâbı, ayrıca; “şer’î nazara-bakışa ve ruha göre idâre-i devlet etme; dinin korunmasını ve uhrevî maslâhâtı esâs alarak ve dünyevî maslâhâtları da bu esâs üzere icrâ ve binâ ederek insanları – dünyayı idare etmeyi amaçlayan islâmî devletin (Hilâfetin – İmametin) (77) temel stratejisi olan Şer’i Siyâset ve Islâmî maslâhatın muktezâsı olarak da Hama’ya yan ve taraf çıkmamış; Suriye’ye karşı da tavır almamıştır. Bununla ta’kib edilen maslâhatların bazıları şunlardır:

I-   )   İslâm İnkılâbı’nın hedefe varmasıyla birlikte bütün kâfir-münafık güçlerin ortak karşı hareketleri sonucu Inkılâb’ın; dünya siyasi hayatında ‘yalnızlığa’ itilmek istenmesine karşı Suriye vb. bir­kaç ülkeyle kurduğu siyasî ilişkiler, bu oyunun fiyas­koyla son bulmasına sebep olmuş uluslar-arası kuru­luşlarda -kısmî de olsa- bir desteğe sahib olmasını netice vermiştir. Ki; İslâm İnkılâbı’nın devamı ve etki­sinin duyulması için bu husus son derece önemli bir mes’eledir. Hama olayı dolayısı ile Suriye ile ilişkilerin bozulması, Inkılâb’ın dünya siyasetindeki dayanağı ve etkisi zayıflayacak, belki de son bulacaktı…

II-   )  İslâm İnkılâbı’nın basit bir ‘beşerî ihtilâl’ ol­mayıp; İlahi ve Nebevî bir ‘Inkılâb’ olduğunun farkına varan dış-iç bütün kefere-fecere ve münâfık güçler, Inkılâb-ı çıkışiyle birlikte yıkmak için (siyâsî sahada olduğu gibi) iktisâdi; ticârî; sınâî-askerî ve teknik bütün sahalarda da ‘ambargolar’ zincirini uygulama alânına koyarak İslâm İnkılâbı’nı çökertmeği istihdaf etmişlerdir. Böyle kritik bir durumda olan İslâm İnkılâbı, varlığını sürdürebilmek için Suriye ve benze­ri ülkelerle ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri devam ettir­mek mecburiyetinde kalmıştır. Üstelik şahlık ordu­sunun dağıtılıp ordudan-askerî güçten mahrum kaldığı; içte huzur ve istikrar’ın teessüs etmediği; et­nik grupların, değişik örgüt ve hiziplerin isyân ve iç sa­vaş içerisinde bulunduğu; münâfık parazitlerin Ba­kanlıklara, hatta Cumhurbaşkanlığı makamlarına ka­dar nüfuz ettiği; mezhebî çevrelerin (şiî lider Şeriâtmedârî gibilerin…) ülke’yi bölecek kadar bir fitne un­suru olduğu ve Inkılâb’ın en önde gelen güzide simalarının ard arda katliama ma’rûz kaldığı bir za­manda… evet, bu kadar vâhim ve dehşetengiz bir zamanda, bütün bunlar yetmiyormuş gibi emperya­list güçlerin bölge uşağı olan Irak Bââs Siyonist Rejimi tarafından (dünya küfrünü temsilen ve on­ların tümü nâm-ı hesâbına) İslâm inkılâbı’na karşı anî ve amansız (yıldırım) bir savaş başlatmış, ka­radan ve havadan onlarca İran yerleşim kenti yerle bir edilmiş ve bir o kadarı da fiilen işgal ve is­tila edilmiştir. (78) İslâm İnkılâbı’nın bu kadar azim ve müthiş tehlikelerle baş başa kaldığı bir zamanda, kendisiyle savaş içerisinde bulunan Irak Baası’na karşı değilde, barış içerisinde bulunan Suriye Baası‘na karşı başlatılmış Hama Olayı’na karşı İslâm İnkılâbı bî-gâne kalarak, Suriye üzerinden kendisi için ‘hayatî önemi hâiz’ “askerî malzeme”, “teknik cihâz”, “yedek parça ve cephâne ikmâlini” sağla­maya çalışmış, böylece; kendisine karşı ‘bu kadar kritik bir dönemde’ dahilî ve haricî geniş çaplı “ölüm-kalım savaşında” uygulanan dünya çapın­daki ambargoların etkisini hafifletmeyi amaç­lamıştır. Ancak; bu bâsiret ve ferâset taşan siyaseti sayesinde (Allah-u Teala’nın yüce lûtfuyla) İslâm Inkılâb’ı muhtemel (belki de kesin) bir inkirâz’dan- çöküntüden kurtulmuş, böylece; Cihan-Şûmul İslâmî Hareketlerin, hatta asırlar boyu istikbâr’ın zulmü altında bir deri-bir kemik kalan dünya mustaz’af’larının ümit ışığı ve kurtuluş ümidi hâline gel­miştir. Eğer, el’iyâzubillâh (dış güçlerin ve çok câhil dostların umduğu, beklediği gibi..) Hama’dan yana (sözde) bir tavır ile mezkûr (muzaaf farizâ olan) esbâba (Suriye ile ilişkilere ve oradan te’min edilen hayatî malzemeleri te’mine) tevessül edilmemiş ol­saydı, İslâm İnkılâbı’nın yerinde belki de bugün, yel­ler esecekti… Zira İslâm, ‘düşmana karşı hazırlıklı olmayı, kuvvet hazırlamayı emretmekte (79); kendi gücünün kâfi gelmediği durumlarda ise; kâfirlerden de askeri yardımın-silahın alınmasını ders vermek­tedir (80). Çünkü İslâm’da, fertlerin-insanların hayatı­ndan önce, İslâm’ın hayatı, İslâmî devletin varlığı ve bekası önemlidir. (81) Fertlerin hayatı, ondan sonra söz konusudur. Zaten, insanların varlığı ve in­san olabilmeleri ancak İslâm sayesindedir, islâmın bulunmadığı ve hakim olmadığı bir zaman’da hayatın insanlığın ne ehemmiyeti olur? Zaten, gerçek müslümanlar canlarını-mallarını cennet karşılığında “İslâm’ın yücelmesi ve hâkimiyeti uğru­na” Allah-u Taala’ya satmamış ve bu biy’âtlerinden (alış-verişlerinden) dolayı da râzı olmamışlar mıdır? (20)

İşte; İslâm İnkılâbı, Suriye ile ilişkilerinde ve Hama’ya bakışından bu İlahi gâyeyi gözetmiş; stratejisi­ni bu esasa göre ayarlamıştır. Evet; İslâmî devletin yıkılmaması ve varlığının devamı için yüz binlerce, hatta milyonlarca ferdlerin fedâ edilmesi kayıp değil, kazançtır. Fertler uğruna, İslâm devletinin-hükümetinin yıkılmasını (muhtemel de olsa) göze alanlar ve ona razı olanlar, ya katmerli (gizli veya açık) İslâm düşmanı kâfirlerdir; veya “ahmak’ul-humâka’dan ta- hammuk etmiş ahmaklardır. Ki; biri, ötekinden daha az zararlı değildir… .

III-         )  İslâm İnkılâbı dünya emperyalizminin ve siyonizmin zulüm arenası ve deneme tahtası olan Lübnan ve Filistin beldelerine sızabilmek; böylece bölgede İslâmî hareketin doğmasını, doğmuş olanın da bekasını te’min etmek; bil-hâssa ileri de (bugünler de artık ilk alametleri ve parıltıları görülmeğe başlamıştır, hamdolsun…) Mübarek Mescid-i Aksâ’yı, Kudüs-ü Şerifi ve Arz-ı Mukaddes olan (Peygamberler-şehidler yurdu) Filistin’i gâsıb-kâfir ve mel’un İsrail’den (Yahudilerden) kurtarmak için bir köprü ve atlama tahtası mesâbesinde gördüğü Suri­ye ile, bu mezkûr gâyeler-maslahatlar için sulh halin­de bulunmayı elzem görmüştür, ki; bu kadar önemli bir şer’î siyâseti ve mâslâhatı, ulvî bir gâyeyi ve mak­sadı (Hama vb. olaylarla) sabote etmeye, hiçbir aklı başında mü’minin hakkı ve selâhiyeti yoktur. Olsa ol­sa, ya büyük bir cehâletten veya (el’iyâzubillâh) dış güçlerin entrikası neticesinde (şuurlu veya şuursuz) bir ihânetten kaynaklanmaktadır, bu sabote faaliyet­leri…

IV-           )İslâm İnkılâbının, hakim olmasını ve “Inkılâbî” olmasını bir türlü hazmedemeyen ve İnkılâbın, ileride dünya çapında oynayacağı “kur­tarıcılık” rolünün büyük boyutlarını şimdiden tahmin ederek paniğe kapılan dünya emperyalizminin (doğusuyla-batısıyla) ortak kararı ve emri mucibince hareket ederek ve emperyalizmin bütün desteğini de yanına alarak kudurmuş bir canavar gibi -henüz filiz hâlinde bulunan- İslâm İnkılâbına saldıran kâfir Irak rejiminin, bu Hak-Bâtıl savaşını, bir Acem-Arap sa­vaşı pozisyonuna ve görünümüne sokmak için uygu­ladığı entrikalar karşısında da İslâm İnkılâbı; İslâmî ve siyasetin en dahiyanesini uygulayarak Suriye, Lib­ya gibi… halkı Müslüman ve Arap olan ülkelerle ilişki­lere girişip, adı geçen ülkeleri kendi yanına almayı ve Irak’ın karşısına çıkarmayı başarmış; böylece İnkılâbın kavmi, mahallî, mezhebi ve coğrafî bir yapı ile dünya kamu oyuna gösterilme yalanlarını-oyunlarını bozmuş ve devâm eden savaşın Acem-Arap değil; Hak-Batıl savaşı olduğunu bütün dünyaya ka­bul ettirmiştir. Böylece, Arap ülkelerinde beşerî za’fiyet muktezâzı olarak tezâhür edecek olan, etmesi muhtemel olan kavmi asabiyetlerin sönmesine de vesile olmuştur. Ki; Inkılâb’ın cihan-şûmul yapısının devâmının sağlanması noktâ-i nazarında önemli olan bu husus, hiç bir beşerî ve maddi sâikle halel-dâr edilemez! İslâmî basiret ve ferasetten mahrum bir kısım nev-zuhurlar, bu İslâmî hassasiyeti ve inceliği elbette idrâk edemezler!.. Ondan dolayı da, iki de bir ‘Hama‘yı dillerine dolayıp “ağıtlar” yakmaktan ve fa­turasını da İslâm İnkılâbına (imalı yollarla) çıkarmak­tan asla sakınmazlar. İşin garib tarafı da bu, İslâm Inkılâb’ını taz’if ve tecrih (zayıflatma-yaralama) hare­ketlerini ve müslüman kamu oyunda İslâm İnkılâbı’nın itibarını-güvenirliğini yıkma gayretlerini ‘islâm adına’ yaptıklarını iddiâ etmeleridir. Lâfdaki, iddiâdaki (sahte) islâm ile, Tatbikattaki, hükümranlıktaki (gerçek) islâmı yıkma!.. Düşünün.. Ama, iyice düşünün!

V-        )   Ayrıca; İslâm İnkılâbı, Suriye ile muahede ve musalaha yaparken, a-) Suriye üzerinde Akdenize akan ve Irak için büyük gelir kaynağı olan Irak Petrol Boru Hattı’nın kapatılmasını sağlamış ve bununla da Irak’ın ekonomik yönden çöküntüye gitmesine vesile olmuştur, b-) Aynı ideoloji mensubu olan Suriye Baas’ı ile, Irak Baas’ı arasındaki uçurumun daha da açıl­masını ve Baas’ın bölgede tek güç haline gelme­mesini, aynı zamanda Inkılab’a karşı (muhtemel) bir askerî cephe oluşmamasını te’min etmiştir, c-) Bölge’de Suriye’nin Rus emperyâlizminin temsilciliği üzerinde şâibeler uyandırmış; Rusya’nın Suriye’ye olan güvenini sarsmıştır, d) Suriye’nin bölgedeki İslâmî hareketlerin tümünü yok etme ve bölgede Amerikan ve Rus emperyalizminin “İslâm’a karış kullanılacak bir piyonu”(83) olma yolundaki ilerle­melerini durdurmayı, hatta yavaş yavaş aksi yöne (emperyalizme karşı) kullanma durumuna getirmeyi başarmıştır.

VI-   ) Suriye ile barış halinde bulunmakla, İslâm İnkılâbı, Lübnan ve Filistin Müslümanlarının olduğu gibi; Suriye Müslümanlarının da İslâm İnkılâbıyla tanışmasına, kültür (bil-hassa siyasî ve Inkilâbî kültür) yönünden gelişmelerine (bazı zıt parazitlerin engellemelerine rağmen), Nusayrîlerin -bile- yavaş yavaş İslâmîleştirilmesine vâsıta ve vesile olmuş ve olmağa devam etmektedir.

Bu durum, sulh ve barış hâlinde bulunulacak bütün ülkeler için geçerlidir, İslâm İnkılâbı, ınkilâbî hedeflerini -büyük ölçüde- bu yolla gerçekleştirebilir. Zira; barış halinin devamı boyunca İslâm İnkılâbı’nın o ülke halklarıyla tanışması-kaynaşması ve o ülke içerisinde fikrî ve kültürel faaliyetler yapması imkan dâhilindedir. O ülkeyle ilişkilerin kesilmesi, bu hayatî ve elzem kapının kapanmasına ve İslâmî dâhilî fetih imkânlarının kalkmasına sebeb olacaktır. Resülüllah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem’in Mekke’li müşriklerle ve yandaşlarıyla imzalamış bulunduğu, aynı mahiyetteki ‘Hudeybiye’ anlaşması (84) vesilesi ile İslâm’ın ve Müslümanların gayr-i İslâmî yığınlarla tanışması so­nucu elde edilen maddî ve manevî zaferler-fetihler ve bi’setten o güne kadar geçen 19 yıl boyunca Müslüman olanlardan daha fazla sayıda islâma ilti­hakların sadece bir yıl içerisinde müşahede edilmesi, bunun (İslâmî Inkılâb’ın -bazı durumlarda- barış za­manlarında daha fazla yayılma imkânı bulduğunun) en bariz örneğidir. İşte, İslâm Inkılâbı’nın Suriye vb. ülkelerle yaptığı ve yapacağı anlaşmalar, kuracağı ilişkiler -ayrıca- bu açıdan da değerlendirilmeli; bu Inkilâbî hedefi ve siyâseti sabote edecek, akamete uğratacak hareketlerden kaçınılmalıdır. Aksi takdir­de; ya büyük bir cehalet, veyahut da gizli bir ihanetten başka bir şeyle izah etmek-nitelendirmek imkanı kal­mayacaktır.

VII-) Daha önce de-kısmen- temas ettiğimiz gibi; Hama olayı’nın başlatıldığı (Şubat-1982) zaman, İslâm İnkılâbı dahilî-haricî çok yönlü (siyâsî, iktisâdi, içtimâî, askerî, inkılâbî vb. ambargolar, soğuk ve sıcak fîîlî savaşlar gibi…) komplolarla karşı karşıya bırakılmış; doğulu-batılı bütün kâfir güçlerin ve münâfık mihrakların tek hedefi haline gelmişti.. Hâlâ devam eden bu komplolar karşısında; ordusunun dağıtıldığı; siyâsî ve iktisâdî bir “tecrid” hareketiyle karşı karşıya bırakıldığı ve nâmerd’e muhtaç duruma getirildiği; “var veya yok olma” savaşına her yönden devam edildiği ve İslâm İnkılâbı’nın (iç düşmanların da yardımıyla) sessiz kalışının esbâb-ı mucibesini, yani “güç ve istitaat” durumunun bulun­madığını); bu bâriz açıklığını ise, ancak Suriye gibi ülkelerle İyi ilişkilerin muhafazası ve devamı sayesinde kapatabildiğini -sâlim ve dost nazarlara- göstere­rek ispatlamaktadır. Bununla birlikte; Hama Olayı’nın plânlayıcıları durumunda olan kurmayların, İslâm İnkılâbıyla (İnkılâbın yıkılmasının amaçlayan) ölüm kusucu bir savaş başlatan ve tüm kâfir güçlerin de desteğini alan Irak Baas Rejimiyle içli-dışlı olmaları, (Hama’dan çok önce) karanlık fiiller-hareketler ve sözlerle Şâibeli bir durumda bulunmaları (85) gibi… hususlar da, İslâm Inkılâbı’nın Hama’dan yana tavır alarak Suriye ile ilişkilerini bozmasına engel olan faktörlerden olmuştur. (86). Ilâahir…

İşte; İslâm İnkılâbı, bu yedi madde içerisinde özet­leyebildiğimiz (bilgimiz dahilinde olan) siyaset-i şer’îyye ve maslâhât-ı İslâmîyye‘ye istinaden Hama‘ya yan ve taraf çıkmamış; bu olaydan dolayı da sulh ve barış halinde bulunduğu Suriye ile ilişkilerini bozmamıştır. Zâten, gerek daha evvel beyân edilen Kitab, Sünnet ve İcmâ’ın âmir hükümleri ve gerekse buradaki İslâmî şer’i siyâset ve maslâhatlar muktezâsınca İslâm İnkılâbı’nın, Suriye ile ilişkilerin boz­ması ve Hama’dan yana tavır koyması mümkün değildir. Zira; bu durumda Inkılâb; Kitabullah’a, Sünnet-i Resülüllah’a, Icma’i Ümmete, Siyâset-i Şer’îyye’ye ve Maslâhat-ı İslâmîyye’ye muhâlefet et­miş; böylece de maddî ve manevî ölüm fermanını kendi eliyle imzalayarak infâz etmiş olur. Çünkü; a-) Kur’an-ı Kerim, gayr-i müslimlerle akdedilmiş olan muâhedelere ve anlaşmalara riâyet edilmesini em­retmekte; gadri ise nehyetmektedir(87). Hatta, Enfâl suresinin 72. ayetinde, anlaşmalı bir kâfir kavmin içinde bulunan Müslümanların itikâdî-fiîli tecâvüzlere ma’ruz kalmaları karşısında bile onlara yarım edil­memesini; gary-i müslim devletle yürürlükte olan anlaşmaya riayetkar oiunulmasını emretmektedir. İslâm İnkılâbı, nasıl olurda şunun bunun keyfi-hatırı için Kur’anın yüce hükümlerini çiğneyebilir? Haşa!..

b-) İslâm İnkılâbı’nın gerçek banisi ve yüce mübelliği olan Resülüllah Sallahlahu Aleyhi Ve Sellem efendimizin sünnet-i seniyyeleri de kezâ, ahd’e vefâyı, anlaşmalara riayeti ve hıyanetten kaçınmayı kesin kes emretmektedir. (88). Değil koca bir İslâm Inkılâbı’nın, bâsit bir mü’minin bile Yüce Resulullah’ın ilahi emirlerine karşı tavır almasını beklemek; böyle bir umut beslemek gerçek bir iman ile kat’iyyen bağdaştırılamaz!..

c-) İslâm İnkılâbı’nın Suriye ile yaptığı barış an­laşmasına riâyet etmesi kezâ icmâ’ı ümmet‘in (kıyâs, akıl, istihsân, ıstıshâb, ıstılah, sedd-i zerayi’ vb. delillerin) de muktâzi bulunduran dinî bir vecibe­dir. (89). İslâm İnkılâbı’nın bütün bu İlahi ve İslâmî ahkâma mugayir ve muhalif hareket etmesini bekle­mek, hangi dostlukla ve hangi şuurla din-iman an­layışı ile izâh edilecektir?

d-) İslâm inkılâbının Suriye ile yürürlükte olan an­laşmasını Hama’yı bahane ederek bozması, dünya siyâset sahnesindeki güvenirliliğini ve itibârını yitire­ceği gibi; mevcut “tecrit edilmişliği“nin boyutlarını daha da büyütecek, bu da yıkılmasını netice verecek­ti. Zirâ; günümüz dünyasının tümüne küfür düzenle­rinin hâkim bulunduğu, bu küfür düzenlerinin tümünde de İslâm’a ve Müslümanlara karşı (açık-gizli, maddî-manevî fikrî ve fiilî) savaşların-katliamların (değişik boyutlarda ve değişik zamanlarda, ama sürekli) uygulandığı ma’lumdur. Ve yine, henüz yeni yeşeren İslâm İnkılâbı’nın bütün dünya küfrüyle baş edecek bir savaşı sürdürebilecek bir (maddî) güce ulaşmadığı da bilinmektedir. Şu zamanda İslâm İnkılâbının tek başına yaşayacak ve inkılâbını de­vam ettirecek kadar bir ‘yeterliliğe’ kavuşmadığı ve bunun çok zor olacağı da her akl-ı selimin kabul ede­ceği reâlitelerdendir. İşte; bu karmaşık ve çarpaşık manzara karşısında dünyanın her tarafında bulunan müslümanların ‘keyfe mâyeşâ” (kendi başlarına ve keyiflerine göre) hareket ettiklerini ve yönetimi altında bulundukları düzenlerle râstgele çatışmalara giriştik­lerini, inkılab’dân habersiz-irtibatsız ve emirsiz bu hareketleri sonucu, tabii olarak karşılaşacakları olumsuzluklar için Inkılâb’dan ‘yardım’ taleplerini ve ‘ınkılab‘ın bu çığlıklara (değişik âmiller gereği, bil­me mecburiye) “Lebbeyk!” diyememesini ve demesinin mümkün olamayacağını düşünün… Kİ; İslâm İnkılâbı’nın bunda, ne gibi günâhı olabilir? Inkılâb, kendi varlığına (İslâm’ın hükümranlığına son verecek böyle bir harekete nasıl tevessül ve mübâşeret ede­bilir?)

Dünya küfrünün (ClA’sından, KGB’sine kadar..) değişik (ama, bütün) oyunlarını bozacak kadar bir nur, basiret ve feraset timsâli olan şanlı İslâm İnkılâbı’nın bu kadar bâsit bir oyuna gelebileceği, böyle bir girdaba yuvarlanabileceği tahayyül edilebilir mi? Zira; bir çocuk bile kendi gücü nisbetinde ve başa çıkabileceği kadar düşmanlarla karşılaşabile­ceğini, daha fazlasını karşıya almanın akıl ve mantık dışı olacağını ve bu durumun kendisinin ayaklar altın­da ezilmesini sonuç vereceğini -pekâla- takdir edebi­lir de; koca bir ınkılab bunu nasıl takdir edemez!., ve işleri hesapsız-kitapsız, plansız-programsız, gâyesiz-hedefsiz, basiretsiz ve ferasetsiz bir şekilde (nasıl olur da) ele alır? O, ınkılâb ki: Yüce Resul Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i (adım adım takib etmek suretiyle) mutlak ve en büyük önder ve rehber olarak kabul etmiş; başıboşluktan azâde olarak o yüce nebi’yi (a.s.m) örnek ittihaz eylemiş ve o yüce nebi’nin tâhir neslini, ehl-i beyti imamlarının gidişatını nazar-ı itibara alarakKitabullah’a’ tevfik-i hareket’! esas almıştır.. Geldiği Medinede Yahudilerle anlaşma (hatta, askerî pakt ve ittifak) imzalayarak Mekkeli müşrik düşmanları tec­rid ederek yalnız bırakan ve her iki düşmanı ‘bir arada’ ve ‘beraber-topluca’ hedef almayan yüce resulü (a.s.m.) adım adım izleyen bir ınkılab, nasıl olur da, (hem akla, hem de) sünnetullah’a ve sünnet-i Resulullah’a muhalefet ederek rastgele ‘kör döğüş’ bir siyâset-i askeriyye (savaş siyâseti) izleyebilir? ve kendi gücünü, imkanlarını; düşman­larının güçlerini, sayısını, yapısını, niyetlerini, gaye­lerini, imkanlarını ve pozisyonlarını göz önüne alma­dan; savaşın mevcut durumunu, geleceğini ve seyir tarzını hesap etmeden; hile ve strateji tespiti yapma­dan; karşılıklı etkilerini-tepkilerini ve neticelerini he­saba katmadan, nasıl olur da (böyle yüce muhteşem bir ınkılab) akıl ve mantık (aynı zamanda İslâm) dışı bir yol izleyebilir? Şunun bunun keyfi veya hayal ve te­mennileri için anlaşmaları bozup, sınırsız (delice) sa­vaşlar açabilir? Fertlere, gruplara ve hele ne idüğü belirsiz mihrakların (bilhassa, provokasyoner ihtimalli veya cahilâne) hareketlerine göre yönünü ta’yin edebilir ve hareket stratejisini ona göre tesbit ve ona istinad ettirebilir? Bu tür bir maskaralık, değil ilâhî- İslâmî bir ınkılab’ın; basit beşerî ınkılabların bile yapısıyla bağdaşamaz ve ınkılabların sürekliliğini sağlayamaz; ınkılabların doğmasıyla beraber batmasını-boğulmasını doğurur. Böyle bir fiil-hareket ve neticeyi ınkılab’dan bekleyenler; ya azılı ınkılâb düşmanı kâfir-tağutî güçler ve onların yer­li uşakları olan münâfık ve bel’am karakterli hainlerdir veya düşmandan da tehlikeli olan gayet ahmak (dost görüntülü fanatik-yobaz) cahillerdir. Allah-u Teâlâ’nın Yüce huzuruna sayısız hamd-ü senâlar ve şükürler arz ederiz ki: Şanlı inkılâbımızı bu tür basitlikten azade ve müstağni kılarak biz âciz kulları­na lutf-u ihsanlarda bulunmuştur… (90)

İşte; İslâm Inkılâbı’nın ‘Hama olayı karşısındaki tutumunu ve Suriye ile olan musalaha-anlaşmalı durumunu bahane ederek, inkılâbı hedef alan­ların; (açık-kapalı) ınkılab’a olan hürmet, muhab­bet, rabıta (bağlılık), ilgi ve alakanın (bâhusus tebâiyyetin) yıkılmasını, hiç olmazsa azalmasını (farkında olsunlar, olmasınlar bil-fiil) amaçlayan­ların, üstelik bunu kuzu postuna bürünerek (nor­mal bir murakabe diye) yapanların gerçek yüzleri ve çehreleri böylece meydana çıkmış, açıklığa ka­vuşmuştur, sanırım, inşaailah…

Zaten, İslâm düşmanı parazitler ve emperyalist güçler, ‘Hama’ olayı vesilesiyle iki sonuçtan birinin doğacağı umudunu taşımışlardır: 1-İslâm İnkılâbı’nın Hama’dan yana tavır almaması ve Suriye ile mevcut barış ve anlaşma‘ya riâyetkâr olarak nor­mal ilişkilerini devam ettirmesi halinde; İslâm İnkılâbı aleyhinde (sünni dünyasında) büyük bir kampanya başlatmak.. Onun için de Hama’ya ağıtlar maskesi altında, İslâm İnkılâbı’na karşı yalanlar-ithamlar yöneltilerek, müslüman kamuoyu nezdinde itibârını sarsmak., taktiği güdülmüştür ve güdülmektedir. Bu vesile ile, bilhassa, mezheb ihtilafları gündeme geti­rilerek sünnî alemin İslam İnkılâbı’nın (ve onun mübarek-muhteşem İmamı‘nın) etrafında havalan­masını; Cihan-şümul İslâmî vahdet ve ittihadın ta­hakkukunu engellemek ve Müslümanların ‘tek ümmet’ ‘tek millet’ ‘tek devlet’ hâline gelmesini Önlemek için Hama Olayı vesaire koz olarak kullanıl­maktadır ki, bugün her yerde yapılan da -maalesef- işte budur! (Ve bu yazı; Hâma olayı‘nın bu noktadan İslâm İnkılâbı’nın aleyhine malzeme olarak kullanı­lma çabalarını bertaraf etmeyi istihdaf etmektedir.)

2- İslâm İnkılâbı’nın Suriye ile ilişkileri bozması ve Hama’dan yana tavır koyması halinde İslâm inkılâbı tamamen sönecek, hatta yıkılacak ve yok olup gidecektir. Böylece: Ortadoğu başta olarak dünyanın diğer tüm ülkelerinde de İnkılâbın yayı­lma imkânı kalmayacak… ve artık; İslâm aleminin ve üçüncü dünya ülkelerinin asırlardır devam eden esaret, mahkumiyet ve ezilmişlik hali devam edecek; emperyalist kefere güçler ve onların da­hili -yerli uşakları mazlum- biçare ve mustaz’af halkların kanlarını emme ve ciğerlerini sökme, kafa taslardan binalar yapma vahşetlerini sürdüreceklerdir.!.

Zira Hama olayı vuku bulduğu zaman, İslâm İnkılâbı (bilindiği gibi), dahilî ve harici bin-bir türlü ba­direlerle, tehlikelerle, karşı karşıya gelmiş; dağılmış-dağıtılmış bir ordu ve yetişmiş eleman kifayetsizliği, yerli üretim yokluğu, iç karışıklıklar-ihanetler, dışarı­dan uygulanan çok yönlü ablukalar-ambargolarla beraber (bütün bunlar yetmiyormuş gibi) süper güçlerin ve dünya emperyalizminim bölge temsilcisi olan siyonist Baas Irak rejiminin ani ve amansız fiilî taarruzuna ve tecavüzüne ma’ruz kalmıştır/ Ondan fazla şehir yerle bir edilmiş ve bir o kadarı da fiilen işgal edilmiştir. Ve böylece, inkılâbın yıkılmasına ra­mak kalmıştır. İşte, böyle bir durumda İslâm inkılâbı; Suriye vb. ülkelerle ilişkilerini devam ettirmekle; yıkılmaktan kurtulmuş, varlığını (hamdolsun) de­vam ettirerek bugünkü ihtişama ulaşabilmiştir. Eğer Inkılâb: el-iyazubillah, yanlış bir adım atıp Su­riye ile ilişkilerini bozmuş olsaydı; a) Suriye derhal Irak ile birleşecek; Inkılab’a karşı belki de daha kap­samlı fiili bir cephe oluşacaktı, b) Irak’ın Akdenize akan petrol boru hattı açılacak, böylece Irak için güçlü bir iktisadî kaynak doğmuş olacaktı, c) Suriye, Inkılab’a sağladığı siyâsî desteği çekecek; Inkılâb uluslararası kurumlarda ve teşkilatlarda yalnızlığa itil­miş olacaktı. Hele, askerî önemi haiz savaş malze­melerinin, cephane ve yedek parçalarının sevkinin durdurulması ile hak-bâtıl savaşının tali’i bugünkünün tersine dönecek, bu da Inkılâb’ın yıkılmasını intaç edecek kadar bir vehâmet doğuracaktı… d) Bölgede Inkılâb’ın etkisi daralacak, belki de son bulacak; onun yerini kavmi, coğrafî vb. tağutî hareketler ve görüntüler alacaktı, e) Dünyanın her tarafındaki İslâmî hareketler, ya tamamen sönecek veyahut da mâhiyet değişikliğine uğrayacaktı… Bâhusus, El’iyazubillah (eğer) İslâm İnkılabı (bu oyunlar sonucu) yıkılmış olsaydı; “Dünya müslümanları büyük bir ye’s (ümidsizlik) içerisine ğark olacak; artık İslâmî hareketlerinin siyâsî, iç­timai, hukuki vb. yönleri gündem harici kalacak: ve “İran İslâm İnkılabı’ gibi güçlü bir hareket, yüzbinler kayıplar vere vere devlet olmayı başardığı halde, dünyanın süper kâfir güçleri onun yaşamasına izin vermeyerek, ne edip edip onu bile yıktılar. Bizler de (hedefe varabilme şansımız az olduğu halde) hedefe varıp İslâmî dev­let olduğumuz takdirde, emperyalist güçler bizleri de iflah etmeyecek ve er-geç bizleri de yıkacak­lardır. O halde, nafile (boşuna) uğraşıp da büyük kayıplar vermek caiz değildir, kâfir güçlerle boy ölçüşmek, biz müslümanların asla haddi değil­dir…” anlayışı ve zihniyeti, müslümanların ‘vird-i zebânı’ olacak, İslâmî devlet kurma ve tağutları yıkma ümitleri sönecek; o doğrultudaki idealleri ve çabaları arltık, kıyamete (haşre) kalacaktı… Bu­nun da ne kadar büyük bir sukut, dehşet, vahşet, zil­let, rezâlet, cebânet, esaret, dalâlet ve felâket olduğunu-olacağını, varın siz kıyas edin!.

Bu durum (Inkılâb’ın Suriye’ye karşı; ve Hama ha­reketine, dolayısıyla İhvân’a yandaş olduğu imâjının uyandırılması, durumu); İslâm Inkılâbı’nın sonu ola­cağı gibi; Ortadoğudaki tüm Islâmî hareketlerin bil­hassa Ihvân-ı Müsliminin de (genelin dışında, ayrıca özel olarak da) sonu olacaktı. Zirâ; ihvân’ın Inkılâb’la zıtlık imâjı’nın şüyuu ve sûbutu neticesinde Inkılâb düşmanı bölge Arap ülkeleri tarafından İhvâna karşı bir sempati gösterisi başlatılmış, böylece Suriye’de firâr eden Ihvân mensuplarına kucak açılmış ve bun­dan böyle İhvân, günümüz Arap ülkelerinde büyük bir itibâra kavuşmuştur. Aksi, yani İnkılâbın Ihvân’la yan­daşlığı ortaya çıkmış olsaydı; a-) Suriye’den firar eden hiçbir Ihvân mensubu ve diğer hareket elemanı müslümanlar, Inkılâb düşmanlığını ‘bayrak’ edinen Arap ülkelerinin hiçbirinde ilticâ hakkı elde edemeye­cek ve katliâmlarla karşı karşıya geleceklerdi, b-) Günümüz Arap Ülkelerinde yaşamakta olan ve kısmen de olsa İslâmî hareket ve faaliyet serbestisi­ne sahip bulunan İhvân’ın tamamı mezkûr ülkeler­de yaşama imkânını kaybedecek; “siz misiniz, Arap milletinin vatanın düşmanı olan, İran ile işbirliği yapan ve yandaşlık taslayan hainler?..” denilip, ya katliamlara; veyahut da toplu tutukla­malara ve sürgünlere ma’ruz bırakılacaklardı… Böylece; Ihvân’a da, harekete de fiilen hiçbir faydası dokunmayacak olan sırf “Suriye’ye karşıyız, Ha- ma’nın-lhvân’ın yanındayız…’- gibi, kuru bir lâf yüzünden (özellikle) İslâm İnkılâbı yıkılmış; ona bağlı olarak da bütün dünya islâmî hareketleri son bulmuş; ve ayrıca (özel olarak, yine) Ihvân hareketi de artık tarihe karışmış olacaktı…

İşte; daha önce de ‘maslahat-siyaset’ başlığı ile yedi maddede hülasa ettiğimiz ve esbâb-ı mucibelerini belirttiğimiz veçhiyle; İslâm İnkılâbı’nın Hama sebebiyle Suriye ile ilişkilerini kesmiş ve mevcut – mer’î anlaşmalarını bozmuş olsaydı; İslâm’ın esası­na aykırılığı yanında, mezkûr menfilikler de zuhur edecek; dünya çapındaki islâmî hareket-gayret- cihâd ve faaliyetler köklü ve telâfisi gayr-i kabil darbe­ler yemiş bulunacaklardı. İslâm’ın devlet, ınkılab, cihâd, hareket ve köklü faaliyetler yönünden yıkılması en azından yara almasını netice verecek böyle bir teklif; gerçek bir iman‘la asla bağdaşamaya­cağı, böylece anlaşılmıştır, sanırım…(91)

Inkılâb’ın Hama’dan yana neden tavır almayıp Su­riye ile ilişkilerini ve sulh halini devâm ettirmesindeki Islâmî-şer’î, (hukuk- ahkâm, siyaset ve maslahat gibi tüm yönlerden) mesnedlerini ve esbâb-ı mucibelerini böylece hûlâsâ ettikten sonra, şimdi de diğer bir ko­nuya (Hama olayının veya zorunlu kıyâmının âmiri- idârecisi ve yönlendiricisi durumunda olanların yapısına) kısâca temâs edelim. Evet;

HAMA İÇİN KIYAM ORTAMINI HAZIRLAYANLAR KİMLER? VE BUNA NEDEN TEVESSÜL ETMİŞLER?

Bilindiği üzere; 11 Şubat 1979 tarihinde, İslâm’ın muhteşem inkılabı bil-fiil gerçekleşmiş; asırlardan beri hasreti çekilen “30 yıllık meşru hilâfet döne­minden” sonra ilk islâm devleti kurulmuştur. Eyyâmullah’dan olan bu kutlu zaferden sonra; o güne kadar dünyanın muhtelif yerlerinde kısmi, mevzi’i, mahalli şekilde devam eden İslâmî dire­niş hareketleri için artık bir merkez-i mihrâkiye’nin, bir velâyet (otorite) merciînin ve İlâhî (İslâmî) bir mihverin doğuşuyla-zühuruyla birlik­te, dünya müslümanları bazı sorumluluklarla karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır ki; İslâmî mekânizmanın “şûrâ” (istişâre) ile işlediğini ders veren Kur’an-ı Kerim (92) fırka fırka (gruplar hâlin­de, ayrı ayrı) değil; bir imam’ın (otoritenin) etrafında ittihad ederek, cem’ olarak cemaat halinde habl’ul-laha yapışmayı emretmekte (93), nizâ ve ihtilâfların felaketler getireceğini beyan etmekte­dir (94). Bundan dolayıdır ki; “Ey iman edenler! Al­lah’a itaat edin; ve resülüllah’a itaat edin. Ve siz­den olan ulul’-emre de… (itaat edin) bir şey hakkı­nda münâzââ ettiğiniz zaman onu hemen Allaha ve Resülüllaha redd (-ü arz ve havâle) edin; eğer Allah’a ve ahiret gününe İnanıyorsanız (böyle yapın)… İşte, hayr olan ve en güzel bir te’vil (döndürme, işi halletme) budur (böyle olur)! (95) Ayet-i Kerimesi, mes’eleyi temelden çözmektedir.

Sorumluluğumuzun -kısaca- hatırlatılmasından sonra, konuya intikal edebiliriz: Bilindiği gibi; İslâm İnkılâbının hakimiyetinden- devlet olarak zuhurun­dan önce dünyanın değişik yerlerindeki dağınık, irili, ufaklı İslâmî hareketler meyanında Suriye’de de o tür hareketlerin, baskıların olduğu, olacağı gayet normal ve tabiidir. Fakat, ilk büyük hareket, daha öncede değindiğimiz üzere Inkılâb’dan habersiz olarak Suri­ye Müslümanları tarafından başlatılmış; Ihvân, 16 Haziran 1979 tarihinde (İslâm Inkılâbı’nın varlığına rağmen, ondan habersiz) Suriye’nin Ha­lep şehrindeki Askerî Topçu Okuluna silahlı bir ope­rasyon düzenleyerek 100’den fazla Suriye askerî öğrencisini öldürüp yaralamıştır. (96). Bu kapmaslı eylem, artık Suriye rejiminin fiillen geniş kapsamlı ha­reketlere girişmesi için bir koz ve bahane olmuştur. Ve; Suriye tağutî yönetimince, bölgesel katliâm operâsyonları da ondan (Mart 1990 tarihinden) sonra başlatılmıştır.(97). Üstelik, Suriye İslâm Devrimi adı­na ‘liderlikçe’ 2 Aralık 1979 tarihinde yayınlanan ve Suriye rejimine karşı, “savaşın başlatıldığı!” gibi tahrik ve ihbar edici, hedef olucu ve gösterici bildirile­rin resmen-alenen dağıtılması; bunun ve benzerleri­nin en-nezir gibi, ihvan’ın yayın organlarından mükerrer şekilde yayınlanarak ‘afişe-deşifre” olun­ma (98) gibi., ‘menfi tutumlar”; hele Sâid Havvâ gibi ön pozisyonda olan bir şahsın Suriye’ye girme cesaretini gösteremediği halde, B.Almanya’da yayınlanan ‘Die Welt’ adlı gazeteyle yaptığı 9 Aralık 1979 tarihli bir mülakatta; “Suriye’de iktidarı ele almaya tam anlamıyla hazır olduklarını” alenî olarak ilân edecek ve Suriye rejimine -adeta- ihbar edecek kadar bir gaflet örneği göstererek hiç yoktan tafralar satması (99) Ve aynı tür Beyânâtların A. Sadeddin ve Beyânunî gibi hareketin önde gelen simaları tarafından da sürekli olarak tekrar edilmesi, üstelik bunların kendi yayın or­ganlarında da açıkça yayınlanması., ve, böylece; Su­riye Rejimi’nin uyandırılmasına, bilinçlendirilip -bilen­mesine sebeb olunması; ve müteyâkkız duruma (böylece) geçirilmiş olması., gibi, daha birçok husus­lar da, Suriyenin Müslümanlara (özellikle Hamalı’lara) karşı geniş cephe almasının ve katliâm için ‘koz’ olarak kullanmasının ve eli tetikte beklemesinin esbâb-ı mucibeierini teşkil eden âmillerden ol­muştur.

1979’un yaz aylarında temeli atılan (İslâm İnkılâbı’nın varlığına rağmen, ondan kopuk ve haber­siz olarak), 1980 yılının sonlarına doğru fiilen ortaya çıkan Suriye İslâm Cephesi (101), geniş tabanlı ve çok renkli -sözde- İslâmî koalisyon hüviyetini taşıması (102) yanında; Suriye Baas Rejiminin bile kabul etmediği ‘Yahudilerin, Filistin’de Yahudi ola­rak kalabileceği ve Yahudilere, Yahudi olduk­larından dolayı karşı olmadıkları’ görüşlerini savu­nacak (103) kadar bir ‘ucube’lik örneği olurken,, bu hususta (Yahudilerin tel’iniyle alakalı pek çok nass’ların dışında, ayrıca; Yahudilerin -hatta hıristiyanların bile- Cezire’tül-Arab’dan kesinkes çıkarılmasını âmir bulunan) ma’lûm ve meşhur hadis-i şerifleri görmezlikden gelmiş(104); Suriyede’ki demokratik kurumların kayd etmiş oldukları ge­lişmeleri takdirle karşıladıklarını (105) ifâde ede­cek kadar bir ‘işgüzarlık’ örneği arzetmiş; iktidar ol­dukları) takdirde, bütün Suriyeliler’ce kabul edile­bilecek bir anayasa örneğini esâs alacaklarını belir­terek, adetâ demokratik – İslâmî (?) bir yönetim bi­çiminin savunuculuğunu yapmıştır(106).

Suriye’deki Gayr-i Müslimler’den (meccânî) maddî, mâlî ve nakdî yardımlar çalmakla övünen Su­riye İslâm Cephesi (107), Mişel Eflâk’ın en yakın ar­kadaşı ve fikir-daşı olan ve Baas Partisi’nin ‘kurucu­su’ ünvânını taşıyan kavmiyetçi ve merkeziyetçi bir sosyalizm’in savunucusu olarak Irak Baas’ı ile ka­der birliği yapan ve kaçtığı Irak’da ‘karargâh’ kuran ünlü kefere Selâhaddin El-Bitar’ın ve ünlü ‘dürzî lider’ Kemâl Canbolat’ın vb.lerinin Suriye Rejimi tarafından öldürtülmesini (hümânizmâ adına olsa gerek!) ‘kınama’yı (108) ‘islâmî Görev!’ sanacak kadar bir garabe­te düşmüş’; Isrâil’in Golan tepelerini ilhâkı üzerine de (sanki Suriye’nin diğer toprakları, ve yerleri işgal altında değilmiş gibi…) 15-12-1981’de Birleşmiş Mil­letlere gönderdiği bir mesajla, durumu protesto ede­cek kadar bir asâbiyyet, fevriyet ve gaflet örneği sergilemiştir.(109).

1944 Halep Doğumlu Muhammed Ebu Nasr El- Beyânunî’nin başkanlığını yaptığı, Adnan Sadeddin, Sâid Havva ve Adnan Uklâ gibi şahsiyetlerin üst düzeyde etkili olduğu (110) Suriye İsIâm Cephesi; İhvâncısından Nasırcısına, Baascısından Sosya­listine, Nusayri’sinden Laik-Demokratik Feceresine kadar… değişik-karmaşık fikirlerden ve akımlardan oluşan (111) ‘Milli Cephe’ içerisinde en aktif rolü üstlenirken, (İslâm İnkılâbı ile küfür ve tuğyan adına amansız bir savaş veren, canavar) Irak Baas Rejimiyle de el ele vermekte ve işbirliği yap­makta da, aslâ hiçbir sakınca görmemiştir(112).

Bu yapıdaki Suriye’lslâm Cephesi’nin Sâid Hav­va’dan daha etkili adamı olan Adnan Sadeddin (113); (bu yapının tabîî gereği olarak) İslâm İnkılâbı’nı ga­yet insafsızca hedef alırken (114), Pâris’de yayınla­nan Irak Destekli ‘EI-Vatan-EI-Arabî’ dergisine ver­diği beyânatta, Irak Rejimini övmüş ve Irak Baas Yöneticilerinin ‘Dindar ve İnançlı’ olduklarını söyle­miştir. (115). Yine Adnan Sadeddin, ‘Le Monde’ Dergisi’nin Eylül 1982 tarihli sayısında yayınlanan habe­re göre, ‘Amman’da yüksek rütbeli bir Amerikan subayı ile (özel ve gizli) bir görüşme yapmıştır (116). Aynı şahıs (A.Sadeddin), Hama olayından çok önce (Haziran 1981) de, Almanya’da yayınlanan ünlü Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesiyle yaptığı bir röportajda ise, aynen şöyle demiştir: “şâyet zafere ulaşırsak; Suriye Cumhuriyeti, Ayetullah Humeynî’nin İslâm Cumhuriyetinden çok farklı olacaktır.. Biz, bir diktatörlüğün yerine diğerini getirmek istemiyoruz! “Ve bu konuşma, İhvân’ın yayın organı olan “En-Nezirin 35/31, Ha­ziran 17,1981 sayısında da yeniden (mükerrer ola­rak) yayınlanmış; böylece inkarı-te’vili mümkün olmayan tarihi bir belge haline gelmiştir.(117) Dik­kat çekici ve önemli olan husus, bu beyânatın Hama olayından çok önce verilmiş olmasıdır… (Bağdat Konferansında alınan ve İslam İnkılâbı’nı İslâm dışı; Saddam rejimini ise Ehl-i sünnet Vel’-Cemâât ola­rak niteleyen ve günümüz halkı müslüman olan kefe­re devletlerini İslâmî hükümet-devlet diye tavsif ede­rek İslâm Inkılâbı’na karşı ortak savaş çağrısı ya­pan, altında da, Suriye İslâm Cephesi’nin ve Suriye Ihvânının eh üst yöneticilerinin imzası bulunan mel’un karar; Said Havva’nın ona benzer ifadelerle Mısır’da yayınlanan “Akher Saah” (Son Saat) gaze­tesiyle yaptığı Röportaj; Irak Radyo-televizyonun’da açıkça Inkılâb aleyhine yaptığı yıkıcı propaganda­lar; ve ‘Humeynicilik’ adıyla yazdığı, inkılâbı ve şanlı İmamı’nı tekfir ve tadlife varacak kadar ölçüsüz İthamları… vs.ler de -şimdilik- bir yana…)

İşte; bu kısa yazı ile tahlil ettiğimiz, geniş bir araştırma yaptığımız takdirde ise, daha bir sürü yanlışlıklarını ve sapmalarını tesbit edebileceğimiz bu tip insanların insiyâtifinde olan bir harekete nasıl hangi dinî-aklî bir yaklaşımla itimâd edilebilir? İslâm İnkılabı’nı İslâm dışı olarak niteleyen, Onunla amansız tağutî bir savaşı sürdüren Siyonist Irak Baas Reji­mine Sünni ve Müslüman diyen; Mazlum müslüman halkları, bilhassa Hama’lıları katillerin pençelerine terk ederek Paris, Bağdat- Amman, Riyad Turları yapan; Demokratik bir yapı oluştur­makla övünüp, Inkılâb’ın böyle olmaması dolayısıyla düşmanı kesilen; Amerikan subaylarıyla İslâmî hareketlerin stratejisini ta’yin eden; değil Suriye topraklarının tüm islâm topraklarının işgal altında olmasına rağmen, Isrâil’in Golan’ı işgaline, Suriye’den koparıp kendisine bağlamasına bozula­rak protestolar yağdıran; böylece kavmî asabiyetin ve basiretsizliğin (belki de daha başka şeylerin) tim­sali olan; müslüman halkları, İslâm İnkılâbı’nın aleyhine çevirmek için yoğun faaliyetler gösteren bir kadroya nasıl güvenilir? Ki; İhvân’ın birleştirilmiş li­derliğinin ve açık bir istikametinin bulunması yüzünden (bu durumun devamı halinde) teşkilatın (İhvân’ın) İslâm davasına vereceği zarar, Suriye rejiminin zalim politikasının vereceği zarardan daha az olmayacaktır ” tesbitini yapan Hamid Algar’ın (118) yanında, Hareketin üst kademelerinde olduğu halde ‘ihrâc edilen’ Adnan Ukla gibi şahsiyetli bîr müslüman dahi İslâmî cephenin en etkili adamı olan ma’lûm Adnan Sadeddin’in” kapitalizm konu­sundaki muğlak demeçlerinden” ve” süper güçle­rin emperyâlizmi karşısındaki tavrının ra­hatlığından “(119) bahsederek Şâibeli- tehlikeli ve karanlık yapısına dikkat çekmiştir. Kendi iç bünye­sinde bile büyük şaibeler taşıyan; güvenilirliği ve sa­mimiyeti şübheli olan bu tip adamların yön verdiği ve vereceği bir harekette, elbette ‘bit yenikleri‘aramak kaçınılmaz olmaktadır. Üstelik, yukarıda sıra­ladığımız kesin delillerin varlığı karşısında; bu husus daha da elzem olmaktadır. Hele; İslâm inkılâbı açısından!…

Şimdi; İslâm ınkılâbı’nın o zamanlar Hama’dan yana tavır koymayıp da Suriye tağutî rejimiyle barış hâlini ve ilişkilerini devâm ettirmesindeki esbâb-ı mucibeler ve hikmetler daha da iyice anlaşılmıştır, kanaatindeyiz… Bunun birlikte, samimi kardeşlerimi­zin, Hama olayının ‘mûftileri- emirleri ve yönlendi­ricileri olanlara, (başta, Adnan Sadeddin vb. lerine…) şu suâlleri tevcih etmelerini ve kendilerini aklî ve dinî yönden “siğâ’ya” çekmelerini bilhassa, istirham ediyoruz:

1-Iran İslâm Cumhuriyetini – temelde- İslâmî bir devlet hükümet olarak kabul ediyor musunuz? Hayır derseniz; o takdirde Inkılâb’dan yardım talebiniz ve kınamanız abes olmuyor mu? Evet derseniz; o halde neden bir sürü yalan iftira ve karalama kampanyaları ile Inkılâb’ın aleyhine faaliyetler yapıp, demeçler verdiniz ve hâlâ da buna devam ediyorsunuz? ve yi­ne;

2-Neden, İslam devletinden habersiz emirsiz ve tavsiyesiz) kıyam- isyan gibi önemli büyük hareket­lere başvurdunuz? Ayet hâdisler İstişare’yi’ emre­derken, hele islâm devletinin – hükümetinin (imamın) ‘velâyet hakkı’ kesinken, Kitab’la sünnet buna riâyet âmir bulunup ‘ulul-emr’e itaati’ kesinkes farz kılarken, nasıl olur da ‘keyfe mâ yaşa’ (keyfine göre) hareket edebilirsiniz? Her biriniz, sarıklı-cübbeIi, bazan da kravatlı Ulema- i Benam’dan? ol­duğunuz bu zaruri ahkâm ve evâmiri herkesden daha iyi bildiğiniz ve bilmek zorunda olduğunuz; üstelik de İslâm Aleminde önemli islami konularda yön verici roller oynadığınız halde; bu kadar önemli bir mes’elede, bu kadar önemli bir vecibeyi ve yükümlülüğü ne­den terk ve ihmâl ettiniz? Bunun esbâb-ı mucibesi ne olabilir?..

3-Kıyam yeri olarak neden Hama‘yı seçtiniz? As­kerî ve Jeopolitik konumu itibâriyle (Ülke’nin tam or­tasında bulunması, dış ülkelere bitişik bulunmaması, denizle bağlantılı ve dağlık bölge olmaması yani stra­tejik yönden nâmüsâit olması;., pây-ı taht ve merkezî şehir olmaması., gibi) uygun olmayan, bu bölge halkı neden hedef olarak gösterildi? ve va’d ettiğiniz yardımı da neden yapmadınız? (120) bilhâssa, ha­reket önceleri, hâ Suriyeyi yıktık, hâ yıkacağız… şöyle devlet kurup, böyle idâre edeceğiz gibi… (henüz fâl yok, yumurta yokken) lâflar atarak hem

düşmanı uyandırdınız, hem de kinini bilediniz. Buna ne gibi unsurlar âmil oldu? Delilik mi? Hainlik mi?., başka esbab-ı mucibeier varsa, lütfen siz söyleyin!

4-İran   toprağında Cihân- şümul bir islâm inkılabı olduğunu, onu yıkmak için de bütün kâfir güçlerin ‘ birleşik cephe’ kurduklarını, bir sürü ambargolar- komplolar yanında emperyâlizmin bölge uşağı olan Irak Baas rejimininde (dışarıdan aldığı emir ve kapsamlı desteklerle) karadan- hava­dan yıldırım bir taarruz savaşı usulüyle İslâm inkılabının üzerine çullandığını, bir çok şehirleri­ni yerle bir ettiğini ve bir çoklarını da işgal ettiğini ve yüz binleri bulan kabarık sayıda mazlum İranlı Müslüman kardeşlerimizin (oda ekserisi çocuklar ve kadınlar olduğu halde) hunharca katliama uğradığını… duymadınız mı? Bütün bunları duy­duğunuz, bildiğiniz ve dehşetengiz manzaraları adım adım takip edip seyrettiğiniz hâlde; ne yaptı­nız? Sizin dinî ve vicdânî anlayışınız sizleri nelere sevketti? Irak kâfiriyle işbirliği yapmaya mı?

5-Bölgenizde   Baâs’ın iki kanadı olduğu, her biri­nin de berikinden daha kâfir ve hunhâr olduğu bilin­diği halde; Irak baâs rejimini neden tercih ettiniz?; İslâm İnkılâbıyla savaştığı, İslâmî beldeleri târ-u mâr edip müslüman yuvaları söndürdüğü ve İslam İnkılâbı’nın yayılmasına engel olmakla görev­li bir piyon- tağut olduğu için mi? Hem Suriye’nin Inkılab’a yardımda bulunduğu bir zamanı niye seçti­niz? İnkılabı desteksiz bırakıp da, Kavmi- tağutilik olan Irak’ın rahatlamasını sağlamak için mi? Bizce meçhul daha başka sebebler varsa ? onları da, siz söyleyin!.:.

6-Allah’ın  kanunlarının hakim olduğu,, şirk ve tağutun tar-u mâr edildiği muhteşem İslâm devletini nasıl olur da Allah’dan korkmadan (şiidir- miidir..) diye İslâm dışı göstermeye; Küfür ve tuğyan’ın bütünüyle hakim bulunduğu günümüz Arap re­jimlerini’ İslâm? diye lânse etmeye çalıştınız? Yoksa aynı cahilî asabiyet saiki mi sizi buna ve Golan’ın İlhâkını (Suriye rejimi ve Arapçılık adına) Birleşmiş Milletler Teşkilatı nezdinde protesto etmeye sevk etti?… O da; Suriye tanklarının mazlûm-ma’sûm ha­malı kardeşlerimize kan ve ateş kusturduğu bir za­manda…

–   Ve yine hangi imanî ve vicdanî duygunuz, tarihe ” kara eylül” diye kara bir sahife olara geçen, Haşimî? (Ebu Leheb) Ürdün Krallığı’nın; o mazlûm, o derbeder, o mustaz’af muhâcir Filistin Halkını kat­liam etmesini, onbinlerce (kadın -erkek ve çocuk bîçâre ve himayesiz üstelik Ürdün ülkesine misafir) Müslümanın temiz kanlarını akıtmasını görmez­likten gelmenize vesile olmuş ve kral Hüseyin gi­bi bir cani ile (Saddam Hüseyinle de olduğu gibi) dostluğunuzu doğurmuştur?., Hünharca katledi­len mazlum Filistinli Müslümanlar, sizlerin Din kar­deşleri değilmidir? Onların o mazlûm kanlarının izlerini- kırmızılıklarını taşıyan o katil ellerle nasıl ve han­gi maslâhata binâen el-ele verip el sıkıştınız? Hele; Golan’ın ilhakından (121) ve Hama katliamından sonra Suriye’ye tebrik edercesine fiilî -nakdî yardımlarını (hiç bir şeri ve aklî gerekçe de olmadan, Suriye rejimine) takdim eden Suûdî düzeniyle de hem- dem olmanızın; değil hâsım, aksine dost plânında bir yaklaşım içerisinde bulunmanızın esbâb-ı mucibesi nedir? Aynı esbâb-ı mucibeleriniz (bilemiyoruz, eğer varsa!) İslâm İnkılâbı ile ilişkileri­nizde neden rol oynamadı, oynamıyor?…

8-Adnan Saadeddin’in ‘Amman’ da, o da; Hama olayından hemen sonra ‘yüksek rütbeli(büyük ih­timâl ile CIA ajanı) Bir Amerikan subayı ile neden görüşmüş ve aralarında neler konuşulmuştur? Bugüne kadar tekzib edilmemiş bu gizli ve kapalı görüşme esnasında ‘Hama olayının, İslâm inkılâbının aleyhinde nasıl kullanılacağı’ hususu­nun ele alınmadığını kim garanti edebilir? Bunun aksini ispatlayacak deliller varmıdır? Hele; Hama’dan sonraki gelişmelerin aynı paralelde olması ve ABD’nin, Prof. Daniel Papes’in raporundaki sinsi plânlarının (122) uygulama seyrinin mutabakat arzetmesi; İslâmî hareketlerin insiyâtifinin ele alınarak “Amerikancı bir İslâm” anlayışının takdim edilmesi çabaları, Iran İslâm inkılabı aleyhine ‘koz’ olarak kul­lanılması plânları, vs. vs… şaibelerin ve iddiaların ge­çerliliğini ortaya koymuyor mu? Bahusus, daha önce­leri değindiğimiz Adnan Sadeddinin Yabancı bir ga­zeteye verdiği ve En- Nezir dergisinde de yayınlanan röportajıyla belirttiği; ve Said Havva’nın da “Akher Saah” (Son saat) ile yaptığı başka bir mülâkatıyla(123) açıkça beyân ettiği; Bizim kuracağımız dev­let; İran İslâm Cumhuriyeti gibi olmayacak; insan haklarına saygılı olacak savaşçı olmayacak, kan dökmeyecek, gayr-i müslimlere geniş hak vere­cek…” kabilinden cümleler ihtiva eden’ Demokratik, Aydın, hümânist kısaca Amerikan güdümlü- para­leli” bir İslâmî anlayış imâjı da mezkûr (şâibelilik- karanlılık- şübheli ve tehlikeli) durumu daha da kuvvetli bir şekilde te’yid ve te’kid etmiyor mu? Böylece; İslâmî görünümlü, sakallı- sarıklı fetva? mercili İslâm inkılabı’na karşı çıkışların” İç yüzü meydana çıkmış olmuyor mu? Bu şumullü önemli görevin İfası için, acaba ne kadar Dolar-Dinar ve Riyal’ el­de ettiğinizi yahut gönüllü- hasbî hizmetçiler ol­duğunuz; ve protokoldaki yerlerininizi açıklarmısınız?

Bu tip (Amerikancı) bir İslâmî anlayışı ta’mim et­mek – yaymak görevini üstlenmiş bulunan, finans­manının büyük bir bölümü ‘ARAMCO’ (Arap-Ameri­kan Kampanyası) tarafından karşılanmakta olan ‘Su­udî -Amerikan’ güdümlü bir ‘fesâd’ şebekesi hüviye­tini taşıyan ‘Rabıta’ ile ma’lûm olan ilişkilerinizin dere­cesini ve boyutlarını açıklarmısınız? Mahud fesâd şebekesinin ‘İslâm inkılabı’ aleyhinde giriştiği dünyâ çapındaki kampanyalarda neden roller aldınız? Siz Rabıtâ’ya, Rabıta da’ Suudi’ hanedanına hizmet ve­rirken, Suudi rejimi kime ve neye hizmet etmektedir? Tabiatıyla, elbette Amerika’ya!… O halde; sizin hizmetleriniz kime ve nereye mal oluyor? Bunun vicdani muhasebesini yaptınız mı?.. Zaten, bu hususta sizle­rin de İslâm inkılabı’ ve Inkılâb rehberi Merhum İmam Humeynî (R.Aleyh) aleyhine yazılar, kitaplar yaz­manız ve Rabıta’ kanalıyla basımını ve dağıtımını yapmanız, sizlerin de ne kadar samimi mü’minler (?) ve ne derece mesuliyetlerini müdrik alimler(?) ol­duğunuzu isbât etmektedir… Acaba, burada yanılıyor muyuz? Bizleri aydınlatacak müslüman kar­deşlerimiz varsa, ne kadar memnun olacağımızı şim­diden bildiririz… Fakat; Heyhat!…

9- Allah-u Teâla tarafından İnsanlar için mahall-i kıyam kılınanan (124); her renk’deki’ Müşriklerin tümünden teberri etmenin ve bunu tüm cihana ilân ve izhâr etmenini yeri ve meşheri’ durumunda olan (125) ve Resülüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz tarafındarn, bil- fîîl “İslâmî güç, kudret, şehamet, izzet azamet ve vahdet’in isbât mekânı ve mahalli olduğu gösterilen ‘Mescid-i Haram’da ve ‘Kâ’be-i Muâzzama’da’, bu ilâhî ve islâmî görevleri ifâ eden İranlı, Filistinli, Lübnanlı ve Afganistanlı müslüman hacılar, Suudî – Amerikan güçlerince alçakça katliâm edilirken nerede idiniz? O zamanlar, başka âlemlerde mi yaşıyordunuz? O hal­de, neden ‘Dut Yemiş’ bülbüle döndünüz de, lâl oldu­nuz?…

Üstelik, İstanbul’da ve başka yerlerde düzenle­nen, cânî Suudîleri temize(?), o vahşiyane cinâyeti haklı gösterici, hatta ihrama bürülü vücudları, Beyt’ullah’ın yanı başında param-parça edilerek şehid edilen mazlum ve maktul müslüman hacıları suçlu? hem de ‘müfsid? diye nitelendirici rezil ve hayasız kongrelere ne adına, ne diye iştirak ettiniz? Ve zulüm-cinâyet vesikâsını ‘ilmî (?) karat’ diye, nasıl ve hangi vicdanla imzaladınız? Ve imzalanmasını onayladınız?…

“Amerika, Rusya ve İsrail” gibi.. kâfir güçlerin ölümünü istemek onların zulümlerinin kalkmasını ve yok olmasını dilemek, o kâfirlerden uzak kalınmasını ve onlara uşaklık yapılmamasını haykırmak, hangi din ve iman anlayışına göre ‘suç’ ve fesâd’ olarak nite­lendirilmiştir? Hıristiyanlığa, Yahudiliğe ve komüniz­me, yani emperyalizme göre mes’eleye bakılacak olursa; İranlı ve diğer müslüman hacıların Hac’daki yürüyüşleri ve sloganları suç! ve fesâd! olabilir. Zirâ; kâfirlerin egemenliklerini yıkmayı, müslümanları ve mustaz’afları onların esâretleri altından çıkarmayı amaçlamış olmaktadırlar. Peki, bundan size ne? Siz­ler neden bu olaydan rahatsız oldunuz? Siz ki; kâfir değilsiniz! Amerikan, Rus ve Isrâil’li değilsiniz!… İranlı müslümanların onların aleyhlerindeki sözlerin­den ve amellerinden sizler niye rahatsız oldunuz? Si­zin, hizmetkârı bulunduğunuz Suudî’lere ne oldu da, o müslüman hacıları, Allah’ın evinin dibinde nâmert­çe katletti? Burada, Suudilerin Yahudî, Hıristiyan ve­ya Komünist alemin sâdık bendesi ve uşağı olduğu ortaya çıkıyor, fakat, ya sizlerin?… Siz ki, müslümansınız! Siz ki; güyâ- islâm için Suriye’de kıyam? etmiştiniz! Siz ki; dünya müslümanlarına ilim, kültür ve ahlâk dersi vermiştiniz!… Siz ki; sarıklı-cübbeli ve sakallı alimlerdiniz?!… Siz ki; mazlumlar­dan yana bir tavır sergilemenin öncüleri? rolünü oy­nuyor, bundan dolayı da Hama’ya ağıtlar yağdırıyor- dunuz?… Sizler, evet sizler neden ve hangi ‘İslâmi-İmani gerekçelerle, katil- cânî Suudilerin Ka’be’deki vahşiyane cinâyetini ve alçakça katliamını onay­ladınız? Nerede ise alkışlayacak derecede cânî Su­udîleri savunma yoluna başvurdunuz?… Mahkeme-i Kübra’daki ‘çetin’ hesabı düşünmediniz mi?…

Allah-u Teâla’nın evin’de, Allah’ın düşmanlarını tel’in etmekten daha güzel daha tatlı ve daha nurlu ne gibi bir amel bulunabilir? O Amerika, O Rusya ve isrâil ki; Allah’ın dinini çiğnemeği, şirk-küfür ve zulümle in­sanlığı kasıp- kavurmayı temel görev ve meslek edin­mişlerdir. Adalet ve Tevhid dini’nin (islâm’ın) merkezi olan ‘Ka’be’de,şirk-küfür ve zulûm reddedilemeye­cek, müşrikler-kâfirler ve zâlimler tel’in edilmeyecek de nerede edilecek?… Allah’ın dinini ‘semen-i katil’ mukabilinde satmakla; hak ve hakikati ketmedip giz­lemekle; ilâhî ve kudsî değerleri tağutî güçlere peşkeş çekmekle; zalim saltanatlar karşısında ‘ka­vuk’ sallamakla ve onlardan ulufeler dilenmekle; Al­lah’ın dinini hakim kılmış müslümanlara ve İslâm dev­letine düşmanlık yapmakla; katillerden – cânîlerden yana tavır takınmakla ve onların ‘meddâhı’ olmakla Allah-u Teâla’nın -hâşâ- rızâsının kazanılabile­ceğini beklemek; düpe-düz ahmaklıkdan başka ne olabilir ki?…

10- Mişel Eflâkçı Irak Baas rejimi emperyalistlerin emriyle İran’a karşı başlattığı tecavüzkar savaşı ile hiç yoktan ve boşu boşuna yüz binlerce mazlum İranlı müslümanların kanını akıtmış, milyonların yu­valarını yıkmıştır. Ki; bundan muhâtabımız olan, zevât, rahatsız olmadığı gibi, bilâkis memnun ol­muşlar ve bu hususta Saddam rejimine’ branşlarına’ göre büyük destekler sağlamışlardır. Bunda, ‘Kavmi­yetçilik’ ve ‘Mezhebçilik’ faktörü rol oynamış(?) di­yelim. (Bunun, elbette zerre kadar şer’î dayanağı ol­madığı ma’lum olmakla beraber, yinede -faraza- öyle diyelim). Ya, Irak rejimi tarafından yüzbinlerce Iraklı müslümanların katliâm edilmeleri, sürgün edilmeleri zindanlarda çürümeğe terk edilmeleri ve değişik işkencelere tâbi tutulmaları karşısında, bu islâm alimi(?) bunu hangi dinî, imanî, vicdanî ve aklî gerekçelerle izâh edebileceklerdir?…

Hele; ‘Halepçe’ kentinin, Saddam tarafından ‘Kimyasal’ silâhlarla imhâ edilmesi, on binin üzerin­de mazlum- ma’sum insanların gayat gaddârca ve hunhârca öldürülmesi, sakat bırakılması ve yerleşim yerlerinin virâneye çevirmesi karşısında; ey, Hama’ya ağıt yağdıra yağdıra İslâm Inkılâbı‘na saldı­rılarını sürdüren saray mollaları ahundlar!.. Söyleyin, Saddam’ın bu zulmü ve cinâyeti karşısında neden sessiz kaldınız? O rakik (?) ve müşfik (?) vicdan­larınız Hama için (o da, suçsuz olan İslâm Inkılâbı‘na çullanmak amacıyla) feverân ederken, Halepçe için neden derin bir sessizliğe büründü? Saddam’ı üzmemek için mi? Yoksa aynen katıldığınız için mi, bu caniyane zulüm karşısında sukut ettiniz? Üstelik, Halepçe’li mazlum insanlar ‘Ehl-i Sünnet’ (ve şafîyy’ül- mezheb) müslümanlardır. Buna rağmen,sizden yani Suriye islâm Cephesi erkânından ve İhvânı’ndan en küçük bir üzüntü ve kınama alâmeti dahi gösterilmemiş tam aksine; cânî Saddam’la bugüne kadar işbirliğine devam edil­miştir… İşte gönülleri, İslâm’ın hâkimiyet aşkıyla yanıp-tutuşan gerçek Müslümanlar, bunun ve sâirenin gerekçesinin ne olduğunu, mezkûr ahundlardan sormalı ve ona göre de muâmele etmelidir…

İşte; mâhiyetleri, karakterleri, samimiyetleri? Ve güvenilirlikleri (?) böyle olan şahısların ‘yön’ verdiği, ‘İdare’ ettiği, ‘Fetva’ verdiği ve organizatörlüğü yaptığı bir hareketin, ne kadar ciddî, ne kadar sami­mi, ne kadar meşru’ ve isâbetli ve ne kadar hakperest olduğunu-olabileceğini, azıcık aklı, insafı, vic­danı, basireti ve ferâseti olan müslüman kardeşleri­mizin takdirlerine havâle ediyoruz!…

Cihan- şümul İslâm Inkılâbı‘na bir çok yönden oyun ve komplo oynama mantığını taşıyan bu tür provokasyonlara, ‘İlâhî nûr ve bâsiretle mücehhez’ İslâm İnkılâbı’nın aslâ gelmeyeceği- elbette- aşikârdır. Zâten, İslâm İnkılâbından habersiz – irti­batsız ve emirsiz ‘samimi’ kıyamî hareketlerin bile, isâbetli olamayacağı ve meşru’iyyet kazanmaya­cağı; bilhâssa, İslâm İnkılâbı’nın anlaşmalı, sulh ve barış hâlinde bulunduğu bir ülke’nin aleyhine vâki olacak her türlü fiili ve hasırhâne hareketlere, İslâm Inkılâbı‘nın aslâ yardımcı olamayacağı… hususun­da, kitab, sünnet ve İcma ile sâbit kesin deliller vardır. Ki, ilgili bölümlerde bunları teker teker izâh et­miş ve me’hazlarını da göstermiştik. Tekrarına, elbet­te ihtiyaç yoktur…

Netice itibâriyle; İslâm İnkılâbı, kitab – sünnet ve icmâ gibi… kat’ı İslâmî deliller muvâcehesince; İslâmî Siyâset ve şer’î maslâhat‘ın âmir hükümleri ve gerekli kıldığı gerekçeler muktezâsınca hareket etmiş, İslâm’ın ‘ilahî hedeflerini’ gözetlemiş, hissi ve fevri karar vermekten kaçınmış bu şerî ve aklî zaru­retlerle birlikte, olayın ‘Perde arkası‘ndaki bir sürü karanlık oyunlardan- komplolardan dolayı, ‘Ha­ma‘dan yana; ve ‘Sulh’ hâlinde olduğu; ve bu durumu devam ettirme ‘mecburiyetinde’ bulunduğu Suri­ye’ye karşı tavır koymamıştır. Zâten; dinen de, aklen de böyle bir tavır koyabilmesi de mümkün değildi… Ve’s-selâm…

KIYAM ETME MECBURİYETİNDE BIRAKILAN HAMA HALKI’NIN ŞANLI DİRENİŞİ

İslâm’a gönülden bağlı müslüman Hâma halkı, dünya’nın sâir yerlerindeki kahraman kardeşleri gibi, İslâm’ın hakimiyet aşkıyla uzun yıllardan, belki de asırlardan beri yanıp – tutuşmuş, lâkin bir türlü bu kut­sal hedefine varamamıştır. İslâm İnkılâbı’nın hakimi­yetinden sonra, tüm dünya’da uyanan İslâmî aşk ve heyecân, tabiâtıyla Hama’ya da yansımış, İmanlı- kahraman müslüman halkını ihtizâza getirmiştir. Fa­kat; ne yazık ki, Hama’lı müslümanlar dahilî ve haricî bir sürü komplolarla ve provokasyonlarla karşı karşıya gelmiş, bundan dolayı da kendini Suriye canî rejiminin kan içici askerî güçleri ve katliâmı arasında görmüştür…

Irak ve Suudî rejimleri tarafından himâye edilen, yönlendirilen ve çok yönlü destek verilen bir kısım şâibeli- meçhûl eşhâs ve mihrâklerin ‘Emr-i vakilerine; Suriye’nin kasıtlı ve intikam amacına yönelik eylem­leri ve provokasyonel hareketleri de (126) eklenince, silâha sarılıp dinini, imanını, namusunu ve mukaddesâtını savunmaktan başka bir çıkış yolu bulama­yan mazlum Hama halkı, tarihin altın harflerle yaza­cağı muhteşem kahramanlıklar sergilemiş; bir avuç silahsız müslümanın, gerektiği takdirde , güçlü ve düzenli ordular karşısında bütün gücüyle savaşacağını, kâfir güçlere aslâ boyun eğmeden izzetle ve şerefle ‘Şehâdet’ şerbetini içmeğe doğru koşuşup- uçuşacağını bil-fiil göstermiştir…

Zaten; Adem Aleyhisselâm’dan günümüze ka­dar… devam edip gelen İslâm Inkılâbı‘nın doğuşu gelişmesi ve seyir tarzı incelenirse; baştan başa ‘İman, Cihâd, Kıyam, Mücadele ve Şehâdet’ görülecektir. Şeytanî güçler ve dünya müstekbirliği; sümürü sistemine, zalim saltanatına ve dünya hege­monyasına karşı tek engel olarak kabul ettiği cihan-şümul “İslâm lnkılâbı“nı (tarihin her devresin­de) yıkmak, hiç olmazsa mecrâsından çıkararak de­jenere etmek; küllî ve umumî yapısını, cüzî ve hu­susî (bölgesel ve sair…) bir yapıya çevirmek; merkezî otorite’ olma durumunu ve ‘Umumî veyâleti’ni sabote etmek; fikir ve hareket ayrılığını körükleyerek’ cihan­şümul’ Islâmî ‘Vahdet’ ‘ittihad’ ve ‘Uhuvvet’ an­layışını akâmete uğratarak yıkmak., gibi hedefler gütmek, dünya müslümanlarının ‘ tek İmama- Hükümete’ bağlı ‘tek Ümmet’,’ tek Millet’,’ tek Or­du’ ve tek Güç’ olmalarını engellemeği; böylece, Öz Muhammedi İslâm‘ın, Yani İslâm Inkılâbı‘nın ger­çek İlahî misyonu olan ‘Cihan- şümul hükümranlığı‘nı akim bırakmayı ‘Gaye’ edinerek ‘Esas’ almakta; bunun için de bütün gücünü ve imkânlarını seferber edip, caniyâne- vahşiyâne hun­harca kanlar akıtmaktadır…

Bu tür câniyâne zulüm ve katliâmlar, dünya müstekbirliğinin ve tağutî güçlerin tarihi vasfı ve ka­rakteridir. Günümüz dünyasında, örneğin; Şâhlık döneminin İran’ında, Afganistan’da, Halepçe’de, Hama’da Eritre’de, Filistin’de, Lübnan’da, Rusya’da ve sair tüm tağutî bölgelerde görülen zulümler, cinâyetler ve katliâmlar, tarihin tekrar tekerrür etmesi ve ye­niden hâzin cilvesini göstermesidir…

Demek; konu, köklü bir şekilde çözüm bekleyen çok önemli bir meseledir. Sınırlı ve mevzîî çözüm şekilleri, mes’eleyi sâdece geçici olarak kamufle et­mekten ve yaraların üzerini küllemekten başka bir so­nuç vermeyecektir…

Onun için; dünya emperyalizmine ve tağutî düzenlere karşı çıkarken de köklü, kalıcı şümullü ve umumî bir yol izlenmeli, konu’ Cihan-Şümul’ bir ze­minde ve platform’da ele alınmalı , tüm dünya müslümanlarının ve mustaz’af hakların kaderine or­tak olucu ve müşterek hareket edici bir yol izlenmeli­dir. Ki; şeytanî ve müstekbir güçlerin çok yönlü ve şümullü oyunları ve komploları bozulup, mel’un plânları akim kalsın… Binaenaleyh; bu hususta şu kadarcık bir mütâlââ ile, yazımıza son verirken, ko­nuyla alâkalı- sâdece- bir ip ucu vermekle iktifâ etmiş olacağız:

Mâlûm olduğu üzere, İslâm; akıl, kalb, ruh, be­den… ve bunlarla alâkalı sayısız uzuv, unsur, cihaz ve mekânizmayı ihtivâ eden ‘İnsan hayatı‘nı – her yönden- idare etmek üzere Allah-u Teâla tarafından gönderilen ilâhî kanunlar ve prensipler manzûmesi’dir… İnsanların ferdî, ailevî ve içtimâî tüm yönüne ilâhî hükümranlığı esâs alan İslam; her hususta, aksi­yonu ve pratiği temsil etmekte, fîîl ve hareketi bütün .yönleriyle süreklilik göstermektedir. Ki; sulh-u salâh, silm-ü selâmet, güven ve emniyet ve kurtuluş., an­lamlarına gelmektedir. Müslüman ise; İslâm’la müsemmâ ve muttasıf, yani Allah-u Teâla’ya, hükümlerine boyun eğip teslim olmuş, inkıyâd ve tâât içerisinde bulunarak selâmete (kurtuluşa ve emniye­te) kavuşmuş kişi, demektir…

O halde; İlâhî hükümlerin tatbikatı, yani İslâm’ın pratiği, organize edilmiş ve teşkilâtlanmış ‘müces­sem’ timsâli olan ‘İslâmî Hükümete’ ve onun mihveri olan ‘Ulu’l-emir’e bağlanıp te teslim olmak ve itaat içerisinde bulunmak dahi, müslüman olmanın muktezâsıdır… Onun için; itaat edilmesi kitab-sünnet ve Icma’ ile sabit olan’ Ulu’l- emre ve ‘İslâm Inkılâbı‘na itaat içerisinde bulunmayan, hele âsî olan veya hâsımâne tavır alan kişinin müslümanlığında zafiyet ve sakatlık vardır, demektir, zira, İslâm; ‘Devlet’ ve ‘Hükümet‘ yolu ile ‘küllî’ plân’da tatbik imkanı bulur, yani mücessem bir hâle gelir. Ki, bu da; ‘Ulu’l-emrin varlığını ve ona’ İlahî hudud’ dahilinde itaat edilmesi­ni, böylece tek Ümmet ve tek Millet durumuna ge­linmesini iktizâ etmektedir, ‘tek ümmet’ ise ‘ tek imam’ ile gerçekleşebilecektir. Ki, bu hususta vârid olan nassların sayısı epeyce bir sayıya ulaşmış bu­lunmaktadır…

Allah-u Teâla’nın rahmeti ve yardımı da, ancak müslümanların ‘Cemaat‘(imam’lı toplum) olmaları ve ‘tek ümmet’ halinde ‘Vahdet’ içerisinde bulunmaları durumunda va’d edilmiş; aksi takdirde ‘azab’, ‘zillet’ ve ‘zafiyet’ hûlul etmiş olmaktadır. Bütün bunlar, pek çok ayet ve hadislerde sarâhaten beyân edilmiş; böylece müslümanların sââdeti veya şekâveti’nin yolları gösterilmiştir..

Baştan başa tevhidi bir nizamı, intizamı, disiplini, ahengi ve ilâhi hükümlere kesin itaati esâs alan Islâmın, bundan başka bir öğretisinin bulunması da, zâten mümkün değildir…            v

Bu -kısacık- gerçeklerin teslim ve kabul edilme­sinden sonra; günümüzde, öz Muhammedi İslâm‘ın bütün vasıflarını ve özelliklerini bünyesinde taşıya­rak, ihtişamla doğan İslâm Inkılâbı‘na ve O’nun ehîl ‘Rehberi’ ne ıtaât ve teslimiyet içerisinde bulunmanın ve O’nun ‘ekseni’ etrâfında Cemaat‘ve ‘tek Ümmet’ oluşturmanını İslâmî vecibe olacağı ve gerçek müslümanlığın da bünu muktâzi bulunacağı, böylece anlaşılmış olacaktır….

Bir milyarı aşkın müslümanların, tek İmam‘ın em­ri altında ‘tek Ümmet‘ve tek Ordu’ hâline gelmesiyle, artık emperyalist güçlerin dünya egemenliği son bu­lacak, kan içici tağutî düzenler, müslümanların, hatta mustaz’afların kanını akıtma ve varlıklarını talân et­me imkânından mahrum kalacak; mazlum insanlar için ‘kurtuluş’ güneşi doğacak; ve dünya hak, hukuk, nûr, huzur, saâdet ve adâletle dolacaktır… İnşaallah…

Hükmen ‘tek Millet’ olan küfrün, bil-fiil ‘tek Güç’ olarak İslâm’a karşı cephe’ oluşturduğu şu zamanda, müslümanların daha da öncelikle ‘tek Ordu’ hâline gelmeleri ve ‘tek Millet’ altında, küfür cephesinin karşısında güçlü ‘İslâm Cephesi’ ni vücuda getirme­leri, hayatî zaruret derecesinde şarttır. Hama, Halepçe, Afganistan, Filistin, ve sâir şehidlerimizin müba­rek ruhunu şâd edecek; dünya müstekbirliğinin zalim sultasının yıkılmasını İslâm’ın ve müslümanların iz­zetini yüceltip, dünya hakimiyetini gerçekleştirecek yol, ancak budur!…

Bu kutlu yolun bânilerine ve sâliklerine, sonsuz selâmlar olsun!!..

 

DİPNOTLAR

77)Mukaddime: 1/542-546

78)Tarih:           22-Eylül-1980…

79)Bakınız,.Enfâl suresi: ayet: 60 ve Tefsiri için; Fiziiâl: 7/67-70

80)Resülüllah (s.a.v.) efendimizin, Mekke’nin fethini müteakip çıktığı Huneyn (havâzin) savaşı için henüz müslüman olmamış bulunan Safvan B. Umeyye’den ariyeten aldığı silâhlar İçin bakınız: ibn-i Esir: 2/243; Asrı Saadet: 1/354; İslâm Tarihi (A. Koksal): 8/338,403; ve Ek­ser Hadis-siyer kitablarının” Huneyn seferi” bölümlerinde konu ile ilgili ma’lumai bulabilirsiniz…

81)  )  Bakınız, Enfâl suresinini 72. ayetinin tefsiri için ; Fi- Zılâl’il- Kur’an: 7/98-102

82)  )  Bakınız, Tevbe suresi: ayet; 111

83)  )  Suriye Dosyası: 75,83,86

84)  )  Tağutî rejimlerin izni, müsaadesiyle zuhur eden; bu kâfir düzenlerin İdeolojisini kabul ve tatbik etmeyi (tüzük, proğram, kavlî ve fiilî beyânlariyie garanti ederek) taahhüd eden; Şer’i – İslâmî (değil hükümranlığı) mef­

humları bile izhar edemiyen ve rejimin putlarını- temel ilkelerini (değil değiştirmeyi) tenkid edilmesini bile teklif edemiyen ‘particilik’ illetinin zebubunu olanların da ‘Hu- deybiye‘yi mezkûr nâmeşru, gayr-i İslâmî pozisyonları için delil getirmeleriyle Yüce Resulultâh (s.a.v.) Efendimizi de – haşa- kendi pozisyonlarında göstermeye cür’et etmeleri, gayet hazin ve itikadi sarsıntıları tevlid edecek kadar vahim bir manzaradır. İslâmî Inkılâb’ın tarihi, yapısı, mantığı, ki­tabı ve seyir çizgisi bu tür’ demokratiklik, tabasbustuk ve tağuta temellük ihtiva eden ‘ partisel karekterden tama­men uzak, nezîh, müsteğnî ve azâdedir. Böylece biline…

85-) Örneğin; Suriye İslâm Cephesi, Laik- kapitalist- Nusayri, Baascı ve Nasırcı gibi… gayr-i İslâmî unsurlarla işbirliği yaparak kader birliği yapmış; Demokratik ve Hüma­nist bir görüntü arzetmeye gayret etmiş; “Biz iran gibi bir İslâm cumhuriyeti kurmayacağız, başka türlü kur- cağız” kabilinden beyanatlar veren ve Cephenin en yetkili adamı olan Adnan Sadeddin, ayrıca; Hama olayını müteâ- kib ‘yüksek rütbeli bir Amerikan subayı ile Amman’da –

gizli- Görüşmeler yapmış.vs… vs. Örnek olarak bakınız: Suriye Dosyası; 139, 149,151, 163, 176, 178, 183, 245, 247,272; Aylık Dergi: 87/42-44

86-    )               Hama’ya sahib çıkmayan, o yüzden Suriye ile ilişki­lerini kesmek istemeyen islâm İnkılâbı, neden Suriye’nin şehid ettiği 21 Lübnan Hizbullahîleri için Suriye’yi ikâz et­meyi ihmâl etmedi?” diye vârid olacak sûalin cevabı şudur: a-) O zaman, İslâm İnkılâbı artık güçlenmiş; hayatiyeti Suri­ye’nin yardımlarına- ikmâllerine muhtaç durumdan kurtul­muştu. b)Hama olayı, Suriye’nin sınırları içerisinde ce- reyân etmiş ve fiili bir kıyam sonucunda doğmuştu. Lübnan- Hizbüllahilerinin durumu tam aksidir. Binaena­leyh; Suriye’nin bu fiili İnkılâblar olan anlaşma kapsamına asla girmez… c) Suriye islâm Cephesinin şaibeli durumu­nun aksine, hizbuilahiler’de asla bu durum söz konusu değildir; tamamen saf- katışıksız ve hatt-ı ınkılab üze­rinde bir harekettir, d) Hama, Inkılâbdan habersiz – is- tişaresiz- em irsiz yapılmıştır. Ve üstelik, Inkrlâb’ın savaş halinde bulunduğu Baas’a karşı değil de, sulh-barış ha­linde bulunduğu bir Baâs’a karşı ve ınkılab’ın en kritik ve zor durumda bulunduğu bir zamanda, üstelik Irak Baası ile işbirliği halinde harekete geçilmiştir. Hizbullah ise; tamamen ınkılab’dan aldığı emirlerle hareket et­mekte ve ınkılab’ın bariş halinde olduğu bir ülkeye karşı değil, savaş halinde olduğu bir ülkeye (Isrâil, Amerika gibi) karşı savaş vermektedir. Inkılâb, buna rağmen Suriye ile ilişkileri Tam bozacak kadar, sert bir tavır almaktan yine de istinkâf etmiş; emperyalist güçlerin geniş boyutlu hilelerine ve komplolarına karış tedbirli olmuştur… “Ayrıca biz ve hizbullah, lübnan’dakj stratejik hareket­lerimizi İslâm cumhuriyetinin bir devamı olarak görmekteyiz” diyerek, siyasî emir merciinin tek yer’de (Inkılâb’da) olduğunu bildirerek, imamın vereceği emir­ler doğrultusunda savaş ve sulh yapabileceklerini” ifa­de eden (Girişim: Şubat-1988 sayısı sah. 12,13) Mücahid- Sünnî Alim Şeyh Sâid Şa’banın reisi bulunduğu İslâmî Tev- hid Hareketinin Trablusşam’da Suriye tağutî düzenince kuşatılması esnâsında islâm inkılabı yine gereken meşru’ müdahaleyi (imkanlar ve mevcut şartlar nisbetinde) yapa­rak, Müslümanların katliâmına engel olmuştur. Ki; katliam­dan kurtarılmış bulunan bu müâlümanların tamamı ehl-i sünnettir…

87-   )                Bakınız, Bakara: 177; Al-i imrân (3): 76,77; Mâide (5):1; Nahl (16): 91,92; lsrâ(17):34; Ra’d (13): 20,22,23,25; Mü’minûn (23): 8 Tevbe (9):4:…

88) Bakınız: 70,71,72,73 ve 75 no’lu dipnotlarda geçen kaynaklar…

89)                )Bakınız:     76 no’lu dipnottaki kaynaklar…

90)   )               Hama ile dış güçler iki menfi sonuçtan birisini ummuşlardır: a) islâm Inkılâbı’nın Hama’dan yana tavır alarak Suriye ile barışı ve ilişkileri bozması, b) islâm Inkılâbı’nın Hama’dan yana tavır koymayıp Suriye ile nor­mal ilişkilerini ve barış hâlini devam ettirmesi. Birinci durum: islâm Inkılâbı’nın yıkılmasını; İkinci durum’da islâm İnkılâbı aleyhinde mezhebî vs. ithâm ve kampanyaların yapılmasını, netice vercekti… islâm Inkılâb’ı Inkılâbîliğin tabîî gereği olarak ikinci (ehven) şık’la iktifa ederek, yıkılmasını sonuç verecek olan bir tavır ve hareketten kaçınmıştır. Ki; bu husustaki fıkhî (İslâmî) kâidelerden bazıları şunlardır: a)” Zarar-ı ammı def’ için zarar-ı has ihtiyar olunur.” (El-Eşbah: 43’den, Mecelle: 26) Yani: Ge­nel- Umumi büyük zararları def için onlardan kurtulmak maksadiyle özel ve küçük şerler (ister istemez) kabullenilir. Aksi halde, genel şerler ve belâlar alemi istila eder. b)”Za- rar-ı eşedd, zarar-ı ehaff ile izale olunur.” (Mecâmi’: 369’dan, Mecelle: 27)Yani: Çok şiddetli zararlar ve fitneler, (başka bir yol ile def edilemeyince, o zaman) en hafif zarar­larla izâle edilerek, büyük zararlardan onunla korunmaya çalışılır, c) “İki Fesâd tearuz ettikde, ehaffi irtikab ile a’zamının çaresine bakılır.” (Mecami’: 366’dan, Mecelle:

I-    Yani: iki türlü fitne- fesat ve bozukluk bir arada bulunur, bunların İkisinden birinden kurtulmanın mümkün ol­madığı zamanda büyük fesâd’ın ancak (ona göre, onunla kıyâslanınca) küçük ve hafif kalan fesâdla def’ edilmesi­nin mümkün olabileceği bir durumda, O hafif fesâd’a cevaz verilir ki; büyük fesad doğmasın diye… d)”Eh- ven-i şerreyn ihtiyar olunur” (El-Eşbah: 44’den, Mecelle:

II-   Yani: iki Şerr bir arada zuhur ederse büyük şerden kurtulmak için şerrin ehveni ihtiyar edilir… e) Def-i me- fasid, celb-i menafi’den evladır. “(El-esbah: 45’den Me­celle: 30) Yani: Fayda ve kazancın elde edilmesinden önce, fesadların def edilmesi öncelikle göz önüne alınır, işte; bu kaideler ışığı altında, islâm Inkılâbı’nın Hama olayı dolayı- siyle izlediği yolun ve siyasetin ne kadar isâbetli, ne kadar meşru ve ne kadr ma’kul olduğu daha iyice anlaşılmıştır, inşaallah...İslâm Inkılâbı’nın yıkılmasını intaç edecek bir şerden – fesad ve zarardan daha büyük bir şerr – fe­sad ve zarar düşünülebilir mi? Haşa!

91)  )                Onunu için, samimi gerçek mü’minlerin; Tağutlara ve tağutî kurumlara teslim olmayan hizbullahî müslümanların çok dikkatli ve hassâs bulunmaları ve islam inkılabının hâin düşmanlarının ve onların oyun­larına gelen gafillerin hilekarlıklarına ve ” hümanist- pe- restliklerine” aslâ aldanmamaları icab eder! Kİ, bu imanî basiretin gereğidir!

92)   )                Bakınız; Al-i lmran (3): 159; Şûrâ (42): 38

93)        )AI-i    lmran (3): 103

94)        )AI-i    lmran (3): 105; Enfal (8): 46

95)          )Nisâ                (4): 59

96)   )               Suriye Dosyası: 134; Dünya Müslümanlarından Sesler: 1/20

97)  )                Dünya Müslümanlarından Sesler: 1/20; Hama Ah: 34-41

98)                )Bakınız;    Suriye Dosyası: 134,141,160,174

99)   )                Suriye Dosyası: 169

100)   )              Suriye Dosyası:140,169,170,174

101)   )              Suriye Dosyası: 139-141

102)   )              Suriye Dosyası;140,154,174,176

103)   )              Suriye Dosyası: 176

104)                       )Resü!ül!ah      (s.a.v.) efendimiz; Yahudilerle hırıstıyanları Ceziretü’l- Arab’dan (Arab Yarımadasının tümünden) mutlaka çıkaracağım. Ta ki; Müslümanlar­dan başka kimseyi (o bölgede) bırakmayacağım“.diye, buyurmuştur: Müslim (Tercüme): 8/530; (Arapça): Kitab’ul – Cihad Ve’s-Siyer; 21; (Yaklaşık rivayetlerle, yine; Müslim : (Tercüme): 8/527 vd.; (Arapça) Cihâd: 20; Sahih—i Buhari (Tecrid-i Sarih): 8/140-142; llaâhir…

105)    )             Suriye Dosyası: 178

106)   )              Suriye Dosyası: 163,170,173,174,188

107)   )              Suriye Dosyası:174

108)   )              Suriye Dosyası:54,56,151

109)   )             Dünya Müslümanlarından Sesler: 1/29; Aylık Dergi: 87/42

110)   )              Suriye Dosyası: 151 vd.

111)   )              Suriye Dosyası:: 245; Aylık Dergi: 87/42,44

112)           )Aylık             Dergi: 87/44

113)   )              Suriye Dosyası: 154,156

114)   )              Dünya Müslümanlarından Sesler: 1/15,16

115)   )              Suriye Dosyası: 246 (H.Algar’ın notu.)

116)  )              Suriye Dosyası: 247 (H.AIgar’ın notu.); Aylık Der­gi: 87/44

177-) Suriye Dosyası: 271,272 (H.AIgar’ın nötu.)

118-   )              Suriye Dosyası: 248 (H.AIgar’ın notu.)

119-   )              Suriye Dosyası: 247 (H.AIgar’ın notu.)

120-   )              Suriye Dosyası: 244 (H.AIgar’ın notu.)

121-   )              Suriye Dosyası: 241, 245, 246

122-   )              İslâm Dergisi: 20/27; Aylık Dergi: 87/44

123-                      )’En-nezir’in      17- Haziran-1981 tarihli sayısına at­fen Suriye Dosyası: 271,272 (H.AIgar’ın notu.); ‘Akher Sa- âtj| (Son Saat)’ın 25- Şubat -1987 tarihli sayısına atfen “Za- man’gazetesi: 27- Kasım-1987 tarihli sayısı; Crescent’in

16-30/Nisan/1987 tarihli sayısının 3. sahifesine atfen ‘Za­man’ gazetesi: 6-Temmuz-1987 tarihli sayısı; ‘İktibas’ der­gisi: Temmuz -1987 sayısı sah. 30-32

124-    )”           Allah-u Teala, muhakkak ki Beyt’ül- Haram olan Ka’beyi İnsanlar için (mahall-i) kıyam kıldı… “(Mâi- de: 97)

125-  )              Tevbe (Berâe): 1-3; (daha geniş bilgi için, mezkûr ayetlerin tefsirine ve esbâb-ı nüzulüne de bakınız.)

126-   )             Bakınız; Suriye Dosyası; 128; (Ayrıca; Hama halkının temel yapı olarak’ dindar’ oluşu, Cephe Önderleri tarafından sürekli olarak gündemde tutulup ‘deşifre’ edilişi, Adnan Sadeddin ve Sâid Havva gibi simaların ‘ Hama’lı oluşu… gibi faktörlerin de, ‘Hama‘nın ilk hedef alınmasında önemli rol oynadığına daha önce temâs etmiştik…)

(Not: Iran İslâm Inkılâbı’nın ‘Hama’dan sonra Suriye ile ilişkilerini devam ettirmesinin ve bunun tabiî neticesi olarak da’ karşılıklı ziyaretlerin’ teâti edilmesinin ‘Şer’i gerekçele­ri” ve meşruiyeti’ böylece anlaşılmıştır, sanırım… Ayetullah Halhalî’nin ve şâir İranlı yetkililerin Şam ziyaretleri ve Hal- hali‘nin verdiği beyanat, Hama olayından çok önceleri (1980 yılının ilkbahar’ındaj gerçekleşmiştir. (Bakiniz; Suri­ye Dosyası: 92,213, 232) karmaşık ve şaibeli bir yapı oluşturan Suriye İslâm Cephe’sinin sorumsuzca tavırları ve karanlık hareketleri sonucu Halhali‘nin verdiği ( haklı ol­duğu bilahare anlaşılan) beyanatı, yine de İranlı ‘Hizbul- lah’ tarafından ‘Ümmet- i islâm’ ve ‘savt’ül- Mustaz’afin’ dergilerinde açıkça tenkid edilmiştir. Bakınız Suriye Dos­yası: 92,232 .Fakat; buna rağmen, bir kısım cühela veya kasıtlı kimseler tarafından, Halhali’ nin mezkûr beyanatı (İnkılâbı ilzam edici imiş ve Hama olayından sonra vaki ol­muş gibi gösterilerek) İslâm Inkılâbı’nın aleyhine ‘koz’ ola­rak kullanılmak istenmektedir. Bunun da ne derece ‘Abes’ olduğu, olacağı izahdan varestedir.)

Hülasâ-i Kelam: Durum ve keyfiyet, bu kadar bâriz ve açık olduğu halde; hâla (normal, hatta dostça(?) tenkid ve murakabe maskesi altında) İslâm inkılabını (mezhebi, tat­biki, cihadi vs. konularda) İtham edenlere, açık- kapalı, ‘hedef’ alanlara, muhtelif vesileleri bahane ederek sa­mimi müslümanlara evham ve şübheler verenlere , böylece gerçek müslümanların islam inkılabına olan muhabbetini- iştiyakını ve bağlılığını’ sekteye’ uğrat­mak isteyenlere karşı; tüm hizbullah’ müslümanları sürekli olarak ‘ muâvvizeteyn’ surelerini okumalarını, (cinnî şeytanlardan ders ve ilham alan) ve insi olan, ‘El- Hannas’ın vesveselerinden ve şerlerinden yüce rabbi- mize sığınarak, ‘istiaze’ içerisinde bulunmalarını tavsi­ye ederiz… vesselam!

Başa dön tuşu
Bugün 05 Kasım 2024 (18) içerik yüklenmiştir.