53-Necm Suresi Hayrat Vakfı Yayınları Meali
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
1. Battığı zaman necm’e (o yıldıza) and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı!
2. Battığı zaman necm’e (o yıldıza) and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı!
3. Ve (o, nefsinin) arzu(sun)dan konuşmuyor!
4. O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.
“Vahiy iki kısımdır. Biri: ‘Vahy-i sarîhî’dir (açık vahiydir) ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir (teblîğ edicidir), müdâhalesi yoktur. Kur’ân ve bazı ehâdîs-i kudsiye (kudsî hadisler) gibi. İkinci kısım: ‘Vahy-i zımnî’dir (kaynağı yine vahiy olan sünnetidir). Şu kısım, mücmel (özü) ve hulâsası vahye ve ilhâma istinâd eder. Fakat tafsîlâtı ve tasvîrâtı (geniş açıklaması) Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a âiddir. O, vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvir; Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazen yine ilhâma ya vahye istinâd edip beyân eder. Veyâhut kendi ferâsetiyle (doğru anlayışıyla) beyân eder. Ve kendi ictihâdıyla yaptığı tafsîlât ve tasvîrât, ya vazîfe-i risâlet (peygamberlik vazîfesi) noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyân eder. Veyâhut örf ve âdât (âdetler) ve efkâr-ı âmme (umûmun fikirlerinin) seviyesine göre beşeriyeti (insan olması) noktasında beyân eder.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 6)
5. Kendisine (o vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sâhib olan (Cebrâîl) öğretti. Bunun üzerine (göğe) doğruldu.
6. Kendisine (o vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sâhib olan (Cebrâîl) öğretti. Bunun üzerine (göğe) doğruldu.
7. Ve o, (bu mi‘râcında) en yüksek ufukta idi.
8. Sonra (çok perdeler geçerek Rabbine) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kāb-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu!
9. Sonra (çok perdeler geçerek Rabbine) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kāb-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu!
10. İşte (Allah) kuluna vahyettiğini, vahyetti.
11. (Gözleriyle) gördüğünü, kalb(i) yalanlamadı.
12. Onun görmekte olduğu şeyler hakkında, şimdi kendisi ile mücâdele mi ediyorsunuz?
13. And olsun ki, onu (Cebrâîl’i aslî sûretinde) diğer bir inişte de (mi‘râc gecesi), Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında (iken) gördü.
14. And olsun ki, onu (Cebrâîl’i aslî sûretinde) diğer bir inişte de (mi‘râc gecesi), Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında (iken) gördü.
15. Ki Cennetü’l-Me’vâ onun yanındadır.
16. O zaman Sidre’yi bürümekte olan, bürüyordu.
17. (O haşmetli makamda Muhammed’in) göz(ü) ne kaydı, ne de haddini aştı.
18. And olsun ki, Rabbisinin delillerinden en büyüğünü gördü. 2
2. Bakınız; (sahîfe 281, hâşiye 1)
19. Peki gördünüz mü o Lât’ı ve Uzzâ’yı ve diğer üçüncüsü Menât’ı?
20. Peki gördünüz mü o Lât’ı ve Uzzâ’yı ve diğer üçüncüsü Menât’ı?
21. Erkek (çocuk) sizin de, dişi O’nun mu?
22. O takdirde bu, haksız bir paylaştırmadır.
23. Bunlar (bu putlar), sizin ve atalarınızın onlara taktığınız birtakım isimlerden başka bir şey değildir; Allah, onların hakkında hiçbir delil indirmemiştir. (Bu putlara tapanlar) ancak zanna ve nefislerin(in) arzu etmekte olduklarına uyuyorlar. Hâlbuki onlara doğrusu Rableri tarafından hidâyet (peygamber) de gelmiştir.
24. Yoksa insan için, ne temennî ederse, var mıdır?
25. Fakat son da, ilk de (âhiret de, dünya da) Allah’ındır.
26. Göklerde nice melekler vardır ki, Allah’ın dileyeceği ve râzı olacağı kimseler için izin vermesinden sonra olması müstesnâ, onların şefâatleri de hiçbir fayda vermez.
27. Şübhesiz ki âhirete îmân etmeyenler, meleklere elbette dişi isimlendirmesi ile isim takarlar.
28. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sâdece zanna uyuyorlar. Şübhesiz ki zan ise, haktan bir şeyi fayda vermez.
29. Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’ân’dan) yüz çevirip, dünya hayâtından başka bir şey istemeyen kimselerden, (sen de) yüz çevir!
30. İşte onların ilimden erişebilecekleri (son noktaları) budur! Ve şübhe yok ki, yolundan sapanları en iyi bilen ancak Rabbindir, hidâyete erenleri de en iyi bilen O’dur.
31. Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır. (Bütün bunlar,) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezâlandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfâtlandırması içindir.
32. Onlar ki, (bazen hatâ ederek işledikleri) küçük günahlar hâriç, büyük günahlardan ve fuhşiyâttan (mutlakā) kaçınırlar. Şübhesiz ki Rabbin, mağfireti pek geniş olandır. O sizi, gerek yerden (topraktan) yarattığı zaman, gerekse siz analarınızın karnında bir cenin iken en iyi bilendir. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın!
“*فَلاَ تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْ*[Nefislerinizi temize çıkarmayın!] âyeti işâret ettiği gibi, tezkiye-i nefis etmemek (nefsi temize çıkarmamak)! Zîrâ insan, cibilliyeti (huyu) ve fıtratı hasebiyle (yaratılışı i‘tibârıyla) nefsini sever. Belki, evvelen ve bizzat yalnız zâtını sever, başka herşeyi nefsine fedâ eder. Ma‘bûd’a (Allah’a) lâyık bir tarzda nefsini medheder. Ma‘bûd’a lâyık bir tenzîh (kusursuz görüş) ile nefsini meâyibden (ayıblardan) tenzîh ve tebrie eder (temize çıkarır). Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabûl etmez. Nefsine perestiş (kulluk) eder tarzında şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî‘ edilen (konulan) ve Ma‘bûd-ı Hakīkī’nin hamd ve tesbîhi için ona verilen cihâzât ve isti‘dâdı (âletler ve kābiliyetleri), kendi nefsine sarf ederek: مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ [Hevâsını (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimse] sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte şu mertebede, şu hatvede (adımda) tezkiyesi, tathîri (temizlemesi): Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir (temize çıkarmamaktır).” (Sözler, 17. Söz, 85)
33. (Ey Resûlüm!) Şimdi gördün mü (îmandan) yüz çevireni ve az bir şey verip (gerisini) sımsıkı tutanı?
34. (Ey Resûlüm!) Şimdi gördün mü (îmandan) yüz çevireni ve az bir şey verip (gerisini) sımsıkı tutanı?
35. Gaybın ilmi onun yanında mıdır ki, o (amelinin netîcesini) görüyor (da göze alabiliyor)!4
4. Bu âyetlerin, îmân ettikten sonra şirke dönen Velîd bin Muğîre hakkında indirildiği rivâyet edilmiştir. (Nesefî, c. 4, 291)
36. Yoksa Mûsâ’nın ve (ahdine) vefâ gösteren İbrâhîm’in suhûf’unda (onlara indirdiğimiz sahîfelerde, yazılı) olanlar (ona) bildirilmedi mi?
37. Yoksa Mûsâ’nın ve (ahdine) vefâ gösteren İbrâhîm’in suhûf’unda (onlara indirdiğimiz sahîfelerde, yazılı) olanlar (ona) bildirilmedi mi?
38. Ki doğrusu bir günahkâr, başkasının yükünü (günâhını) yüklenmez!
39. Ve (yine bildirilmedi mi ki) şübhesiz insan için, (kendi) çalıştığından başkası yoktur!
40. Ve elbette çalışması(nın mükâfâtı), ileride (kıyâmet günü mîzanda) görülecektir.
41. Sonra ona, en mükemmel karşılıkla mükâfât verilecektir.
42. Ve muhakkak ki en son varış, Rabbinedir.
43. Şübhesiz ki güldüren ve ağlatan ancak O’dur.
44. Yine şübhesiz ki öldüren ve dirilten ancak O’dur.
45. Hem (rahime) atıldığı zaman bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) iki eşi, erkeği ve dişiyi yaratan şübhesiz ki O’dur.
46. Hem (rahime) atıldığı zaman bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) iki eşi, erkeği ve dişiyi yaratan şübhesiz ki O’dur.
47. Tekrar diriltmek de şübhesiz O’na âiddir.
48. Ve muhakkak ki, zengin eden ve sermâye veren ancak O’dur.
49. Hem doğrusu, (o kendisine taptıkları) Şi‘râ (yıldızı)nın Rabbi (de) ancak O’dur.
50. Muhakkak ki O, önceki Âd’ı (Hûd kavmini) de helâk etti. Semûd’u da (O helâk etti); öyle ki (onlardan hiç kimseyi) bırakmadı.
51. Muhakkak ki O, önceki Âd’ı (Hûd kavmini) de helâk etti. Semûd’u da (O helâk etti); öyle ki (onlardan hiç kimseyi) bırakmadı.
52. Daha önce de Nûh kavmini (helâk etmişti). Çünki onlar, daha zâlim ve daha azgın olanların ta kendileriydiler.
53. (Lût kavmine âid o) alt-üst olan (şehirler)i de kaldırıp yere çaldı. Artık onları ne ile örttü ise, örttü (üzerlerine taş yağdırdı).
54. (Lût kavmine âid o) alt-üst olan (şehirler)i de kaldırıp yere çaldı. Artık onları ne ile örttü ise, örttü (üzerlerine taş yağdırdı).
55. Şimdi Rabbinin ni‘metlerinden hangisinde şübheye düşersin?
56. Bu (peygamber, Allah’ın azâbından haber veren) önceki korkutuculardan, bir korkutucudur.
57. O yaklaşan (kıyâmet), yaklaştı! Onu Allah’dan başka ortaya çıkarıcı yoktur.
58. O yaklaşan (kıyâmet), yaklaştı! Onu Allah’dan başka ortaya çıkarıcı yoktur.
59. Şimdi (siz) bu sözden mi (Kur’ân’dan mı) şaşıyorsunuz? Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
60. Şimdi (siz) bu sözden mi (Kur’ân’dan mı) şaşıyorsunuz? Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
61. Hem siz (gāfillik edip) oyalananlarsınız.
62. Haydi Allah’a secde edin ve ibâdet edin!
Bu âyet-i kerîme, Kur’ân-ı Kerîm’deki on dört secde âyetinin on ikincisidir. Tilâvet secdesinin ta‘rîfi için; bakınız; (sahîfe 175, hâşiye 2)