64-Teğâbûn Suresi Hayrat Vakfı Yayınları Meali

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
1. Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ı tesbîh eder; mülk (umûmen) O’nundur; hamd (ve senâ) O’na mahsustur. Ve O, herşeye hakkıyla gücü yetendir.
2. Sizi yaratan O’dur; böyle iken kiminiz kâfirdir, kiminiz de mü’mindir. Allah ise, ne yaparsanız hakkıyla görendir.
3. Gökleri ve yeri hak ile (yerli yerinde) yarattı; ve size şekil verdi, sûretlerinizi de güzel yaptı.
“Tek bir ağaca ve bir ferd-i insana bakıyoruz, görüyoruz ki: Bu meyveli ağaç, ve bu çok cihâzâtlı insan, hiçbir ressamın tam taklîdini yapamayacak derecede zâhiri ve bâtını, dış ve içi öyle bir gaybî pergârla (gizli bir pergelle) ve ince bir ilmin kalemiyle hududları çizilmiş ve tam intizamla her a‘zâsına münâsib (uzuvlarına uygun) sûret verilmiş ki, meyve ve netîcelerine ve vazîfe-i fıtratlarına (yaratılış gâyelerine) yetişsin.
Bu hâl ise nihâyetsiz bir ilim ile olabilmesi cihetiyle, herşeyin herşeyi ile münâsebetini bilip ve nazara alan ve bu ağaç ve bu insanın bütün emsâllerini ve nev‘lerini ilm-i ezelîsinin kazâ ve kader pergâr ve kalemiyle dış ve iç mikdarlarını ve sûretlerini hakîmâne (çok hikmetli olarak) yapılmasını bilerek işleyen bir Sâni‘-i Musavvir (herşeye sûret veren bir san‘atkârın), bir Alîm-i Mukaddir’in (herşeyi bilen bir takdîr edicinin) hadsiz ve nihâyetsiz ilmine ve vücûb-ı vücûduna (varlığının gerekliliğine) nebâtât ve hayvanât adedince şehâdet ederler.” (Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 603)
4. Göklerde ve yerde ne varsa bilir; neyi gizlerseniz ve neyi açıklarsanız (onu da) bilir. Çünki Allah, sînelerin içinde olanı hakkıyla bilendir.
5. Daha önce inkâr etmiş olanların haberi size gelmedi mi? (Onlar) işlerinin vebâlini (dünyada kısmen) tattılar
İşlerinin vebâlini, azâbını daha dünyada iken tatmış olanlar; Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih ve Hz. Lût (aleyhimüsselâm)’ın kavimleridir. (Nesefî, c. 4, 383)
6. Bunun sebebi şudur: Şübhesiz onlara peygamberleri mu‘cizelerle geliyorlardı da (onlar): “Bize bir insan mı doğru yolu gösterecek?” diyorlardı. Böylece inkâr ettiler ve yüz çevirdiler; Allah da (hiçbir şeye) muhtaç olmadığını gösterdi. Çünki Allah, Ganî (hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamîd (hamd edilmeye yegâne lâyık olan)dır.
7. İnkâr edenler, (öldükten sonra) aslâ diriltilmeyeceklerini zannettiler. De ki: “Hayır! Rabbime yemîn olsun ki, mutlakā diriltileceksiniz; sonra yaptıklarınızdan, muhakkak haberdâr edileceksiniz. Bu ise, Allah’a göre pek kolaydır.”
8. O hâlde Allah’a ve Resûlüne ve indirdiğimiz o nûra (Kur’ân’a) îmân edin! Çünki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdar olandır.
9. O toplanma (o mahşer) günü için sizi bir araya getireceği gün, işte o, teğâbün (aldanma) günüdür!
Burada geçen “aldanma günü” dünya hayâtı mukābilinde âhiretini fedâ eden insanların bu alışverişte ne kadar aldandıklarını o gün anlayacaklarından kinâyedir. (Râzî, c. 15/30, 26)
10. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar Cehennem ehlidirler; orada ebedî olarak kalıcıdırlar. O ise, ne kötü varılacak yerdir!
11. Hiçbir musîbet Allah’ın izni olmadıkça isâbet etmez. O hâlde kim Allah’a îmân ederse, (Allah) onun kalbine hidâyet (musîbete karşı sabır) verir. Çünki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
12. Hem Allah’a itâat edin; peygambere de itâat edin! Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık Resûlümüze düşen ancak apaçık bir tebliğdir.
13. Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur! O hâlde mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsin!
14. Ey îmân edenler! Şübhesiz ki eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olan vardır. O hâlde onlardan sakının! Eğer affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, artık şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.
İbn-i Abbâs (ra)’a bu âyet hakkında suâl edildiğinde, şöyle demiştir: “Bunlar Mekke ahâlîsinden bazı kimselerdi ki, Müslüman olup Resûl-i Ekrem (asm)’ın yanına gelmek istemişlerdi. Fakat zevceleri ve evlâdları kendilerini terk etmelerini arzu etmeyip hicretlerine mâni‘ olmuşlardı. Bu kimseler bilâhire hicret edip Resûlullah (asm)’ın yanına vardıklarında, daha evvel hicret edenlerin kendilerine nazaran dînî ma‘lûmatlarının çok inkişâf ettiğini görmüşler, hicretlerine mâni‘ olan zevce ve evlâdlarını cezâlandırmak istemişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nâzil olmuştur.” (İbn-i Kesîr, c. 3, 510)
“Eğer hasmını (düşmanını) mağlûb etmek istersen, fenâlığına karşı iyilikle mukābele et! Çünki eğer fenâlıkla mukābele edersen, husûmet (düşmanlık) tezâyüd eder (artar). Zâhiren mağlûb bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti (düşmanlığı) idâme eder (devâm ettirir). Eğer iyilikle mukābele etsen, nedâmet eder (pişmân olur), sana dost olur. (…) Mü’minin şe’ni (hâli), kerîm (cömert) olmaktır. Senin ikrâmınla sana musahhar olur (emrine girer). Zâhiren leîm (kınanacak bir hâlde) bile olsa, îman cihetinde kerîmdir.
Evet, fenâ bir adama: ‘İyisin, iyisin!’ desen, iyileşmesi ve iyi adama: ‘Fenâsın, fenâsın!’ desen, fenâlaşması çok vukū‘ bulur.
Öyle ise: وَ اِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِمَرُّوا كَرِيمًا [Boş şeyler (söz ve hareketler) ile karşılaştıkları zaman, (yüz çevirerek) vakarla geçip giderler!] وَاِنْ تَعْفُوا وَ تَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ [Eğer affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, artık şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir] gibi desâtir-i kudsiye-i Kur’âniyeye (Kur’ân’ın kudsî düsturlarına) kulak ver, saâdet ve selâmet ondadır.” (Mektûbât, 22. Mektûb, 93)
15. Mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfât ancak O’nun katındadır.
16. O hâlde gücünüz yettiği kadar Allah’dan sakının, (nasîhatlerini) dinleyin, (emirlerine) itâat edin ve kendiniz için bir hayır olarak (Allah yolunda) sarf edin! Artık kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir!
17. Eğer Allah’a karz-ı hasen (güzel bir borç) ile borç verirseniz, onu size (kat kat) artırır ve size mağfiret eder. Çünki Allah, Şekûr (iyilik edene çok mükâfât veren)dir, Halîm (azabda hiç acele etmeyen)dir.
18. (O,) gayb ve şehâdeti (gizli olanı ve görüneni) hakkıyla bilendir, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.